İftarın yaklaşmasına yakın her pencereden sokağa süzülerek burnumuza kadar gelen yemek kokularından mıdır yoksa televizyonun birçok kanalında ağzımızı sulandıran yemek tariflerinden midir bilmiyorum ama ikindi vakitleri, orucumun kendini en fazla hissettirdiği zaman dilimleridir.

Ramazan’ın daha ilk günü “İftara yakın alırım, sıcak olsun” derken pidesiz kalan birisi olarak tedbirimi erkenden almış ikindiye doğru fırının yolunu tutmuştum. Hem vakit doldurmuş, hem de ilk pideyi almış olacaktım.

Bakkalından marketine gıda satan ne kadar dükkan varsa hepsinde giren-çıkan müşterinin haddi hesabı yoktu. İlk bakışta bedava dağıtılıyor hissi veren bu görüntünün abartılı olmadığını fırının önüne gelince anladım. Nerden baksan yüz, yüz elli metre pide sırası vardı. Koşar adım sıraya giren insanların arasında kendime bir yer bulmam hiç de kolay olmadı. Bereket versin sıra hızlı ilerliyordu. Fırının kapı aralığından görünen manzaranın parayla pideyi değiş tokuş edip sıradaki insanları öğüten bir değirmenden farkı yoktu. Ekmek sırasının ön taraflarına doğru iki kişi sıra için tartışmaya tutuştular. Aklıma Recai Bey’in bir sohbette anlattığı hikaye geldi: “Şeytan normal bir günde oruç tutan adamın sevap kazanmasını istemiyormuş. Gün içerisinde ne kadar uğraştıysa da orucu bozduramamış. Adam akşam ezanına yakın ekmek almak için fırının önünde sıraya girince şeytan hemen insan kılığına girerek koşa koşa gelmiş. Ekmek sırasının en önüne yanaşıp sıradakileri ittirmiş: “akşama kadar çalıştım, yoruldum, çok acıktım. Bana bir yer açın bakalım.” demiş. Arka taraftaki bizim oruçlu adam dayanamamış: “ben akşama kadar oruç tuttum, çok açım, hiç sırayı bozuyor muyum?” deyince sırayı bozan kılığındaki şeytan, kıs kıs gülerek hemen uzaklaşmış.” Hem güldüm hem Recai Bey’i hatırlamış oldum. Kendime aldığım pidenin yanında bir tane de Recai Bey’e alıp muhtarlığın yolunu tuttum.

Mahalle parkının içinde tertemiz lila kulübe, devletimizin resmi dairesi bizim biricik Recai Beyimizin makamıdır. Kapısındaki asma iyice boy vermiş, çatıya doğru uzanmış. Pencerelerin her birinde üçer adet saksı, hepsinde de rengarenk çiçekler var. İçten içe “bu adam tam devr-i kadim efendisi” demekten kendimi alamıyorum.

Odasından gürültüler geldiğini duyunca girip girmemekte tereddüt etsem de “meşgulse, pidesini bırakır geçerim” düşüncesiyle kapıyı çaldım. İçeride tek boş koltuk bile yoktu. Herkes, önünde birer davul, elinde ise birer tokmak ile Recai Bey’i dinliyorlarmış ki kapıyı açınca bana baktılar. Recai Bey “hoş geldin hocam, mahallemizin davulcularıyla toplantı yapıyorduk, buyur gel.” dedi. “Yok rahatsız etmeyeyim” dedim, pideyi uzattım: “Kendime alırken bir tane de size almıştım.” Çok ısrar edince içeriye girdim, kapıyı kapattım.

Muhtarımız devam etti: “Evet arkadaşlar artık toparlıyorum. Sizlere güvendim ve çok mühim bu vazifeyi sizlere verdim. Beni mahcup etmeyiniz. Gece uyuya kalırsınız, davul çalamazsınız diye söylemiyorum, yanlış anlamayın. Bazı arkadaşlar zaten sahura kadar yatmıyoruz diye davul saatine değin kahve köşelerinde pişpirik oynayıp, taş dizmece ile meşgul oluyorlarmış. Bir daha duyarsam kahve kahve dolaşır o arkadaşların boynundan davulu, elinden tokmağı alırım ona göre. Ha, az daha unutuyordum. Daha bir ay evvel protesto ediyoruz diye her akşam ellerine tencere tava alıp sokak sokak dolaşan insanlarımızın kapısının önüne gidip “şimdi sıra bizde, uykunuzu bölene kadar, geceyi zehir edene kadar davul çalmazsam adam değilim” gibi düşüncelerle davulu çaldığınızı duymayayım. Bize yakışmaz. Tencere tava seslerinin benim de moralimi bozduğu doğrudur ama onlar bize yaptı biz de onlara aynını yaparız fikrinin sağlıklı bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Öyleyse nerde kaldı bizim adamlığımız, değil mi? Ayrıca tenha sokaklarda kendinize dikkat ediniz, kediye, köpeğe dalaşmak yerine sokağı dolaşınız, çöplerin yanına yaklaşmayınız, elinde şekerle sizi çağıranların yanına gitmeyiniz vesselam. Haydi, uğurlar ola.”

Davulculardan gittikten sonra Recai Bey ile iki lafın belini kırdık. Pidesini bıraktım. Çok memnun oldu. Çıkarken kulağıma eğilip “Önümüzdeki günlerin birinde seni iftara çağıracağım, gelirsin değil mi?” diye sordu. “Siz davet edersiniz de gelmem mi, elbette gelirim.” dedim. İftara dakikalar vardı ama ben evden çıkalı üç saati geçmişti. Hanıma bir pideyi üç saatte aldım diyemezdim. Hızlandım. Adımlarıma korkunun karıştığı pek belli olmuyordu.