2002-2004 yılları arasında, Avrupada, ABD üslerindeki PX alışveriş merkezlerinde(cironun % 20'ni idareye verme karşılığında), Türk el dokuma halıları satıyordum.1 Mart teskeresi ve 11 çuval olaylarının arifesiydi ve ben İngiltere/Leakenheath hava üssündeydim o sıralar.

O gün, PX müdürüresi bana, 80-90 kişilik bir BM delegesinin üssü ziyaret edeceğini ve en az 40-50 bin dolar civarında ciro yapmamı beklediğini söyledi.

Benim sergim koridorun sonundaki en büyük mağazadaydı. Heyetin başında üs komutan yardımcısı bir havacı albay vardı. Albay, grubu tam benim dükkana 2-3 metre kala durdurdu ve onları alıp başka bir istikamete yönlerdirdi. Yani benim iş yapmamı engelledi. Arkasından albaya seslendim. O da birazdan yanıma geleceğini söyledi.

Nihayetinde işini bitirip, geldi...

"Siz, ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye serzenişte bulundum.

O da bana..."Tek bir Türk halısının satılmasını istemiyorum",dedi.

Nedenini sordum;
"Biz artık Türk ordusuyla müttefik değiliz, aksine düşmanız" dedi.

"Hayırdır, hem çuvalı Türk askerinin başına geçiriyorsunuz, hem de düşman ilan ediyorsunuz", deyince...

"1 Mart teskeresini askerler engelledi. 11 çuvalın intikamını değişik yollardan da almaya çalıştılar ve bunu şahsıma yaptılar".

"Nasıl yani? dedim...

"Biz, 1 mart teskeresi geçmemiş olsa da Türkiye'deki hükümet bir yolunu bulacaktır ne de olsa, diye düşünüp güney-doğuda arazi tespit çalışmalarına devam ettik. Heyetin başındakilerden biriydim. O gün, bölgeyi bilen Türk subayları götürecekti bizi araziye. Onlarla buluşmak için bir askeri birliğe gittik. Bizi içeri buyur etmeden, karargah binasının önündeki çimende ve güneşin anlında saatlerce oturttular. Etrafımızda da 2 manga silahlı asker vardı. Bize su bile vermediler"...

"Yok canım abartıyorsunuz", dedim...

"Sizinkiler aklınca 11 çuvalın intikamını almaya çalışıyorlardı", dedi...

Benim eski bir asker olduğumu biliyordu ve çok sinirliydi.

"Bak Zek, sana söylüyorum olacakları...artık düğmeye basıldı...yakında o şerefli ordunuzun halkınız neznindeki itibarını yerle bir edeceğiz...bunun için en uygun partiyi iktidara getirdik...ordunuzda Amerikan düşmanı subay oranı %80'leri aştı...bu ordunun değişmesi lazım...bunu da, hükümetinizle işbirliği yaparak halledeceğiz ve bunu herkes gibi sen de seyredeceksin"...

O gün, ben satamadığım halılara mı, yoksa ordumuzun başına geleceklere mi, yanayım bilemedim. Daha sonra, Türkiye'ye döndüğümde, bu konuşmayı 2-3 subay arkadaşımla paylaştım. Onlar da pek anlam veremediler. Daha doğrusu, ABD bugüne kadar Türk siyasetini hep yönlendirmiştir, ama orduyu tasviye her babayiğidin (ABD de olsa) işi olamaz, diye düşünüyorlardı.

O günden, bu güne gelindi. Daha da ilerliyor zaman. Öfkeli bir Amerikalı Albayın sözleri birer birer aklıma geliyor..."bunu herkes gibi, sen de seyredeceksin!".

Doğru demiş... hep birlikte seyrediyoruz.

750'ye yakın Amerikalı istihbaratçı geldi (bunun 250'si devletin resmii talebiyle) Türkiye'ye o günden sonra. Bugün, Ergenekon davasına servis edilen sahte delillerin, bu ekibin ve ülkemizin emniyetinde ve adliyesinde kilit noktalara gelmiş Fetoşçu kadroların ortak ürünü olduğunu, sokakta top oynayan çocuklar bile biliyor artık. İşbirlikleri o kadar ilerledi ki, Emniyet teşkilatımız ABD Büyükelçisi'ne gelişmeler ve çalışmalar ile ilgili brifingler veriyor.

TSK'yı değiştirme ve dönüştürme operasyonunu kimin yaptığı, bu durumun kimlerin işine geldiği ortada...Ergenekon davası, milli bir dava değildir. Dünya hakimiyetini hedeflemiş denizaşırı bir ülkenin, bu bölgedeki amaçlarını gerçekleştirmek adına TSK'nın bugünkü kadrolarından kurtulma davasıdır...

Not: Yukardaki makaleyi tam bir yıl önce başka bir gazetede yazmıştım. Değişen birşey var mı diye size soruyorum? Var...

Ortada Deniz kuvvetleri diye birşey kalmadı sayılır...Eğer Başbakan son demeçlerinde samimi ise, o da acınacak durumda demektir. Cemaatin uzantısı hakim ve savcılara söz geçiremiyor, fukara...Buna da inanmak çok zor...TCK davaları ve ADA'daki "SAYIN" arkadaşı için zemin hazırlamaya çalışıyor bence.

Aklınıza ve sağduyunuza mukayet olun.