Hastanelerin en kalabalık yerleri sanırım Acil Servis ve Yoğun Bakım önleridir.

Her iki servisin önlerinde yüzlerinde üzüntü, çaresizlik ve şaşkınlık olan hasta yakınları bekleşir. Her kapı açılışında, dışarı bir resmi giysili çıktığında yerlerinden fırlayarak ona doğru yönelir; sanki kendileri için bir haber getirmişçesine ağzının içine bakarlar.

İçlerinde görünmeyen ateşler yanar. Getirdiği hastasının ağır durumu, iyi olup-olamayacağı beklentisi, elinden bir şey gelmemenin çaresizliği vardır. Umut; tek ve en büyük desteğidir. Hep her şeyin düzeleceğini, hastasının iyileşeceğini ve sağ salim evine döneceğini hayal eder. Bu düşleri olmasa bu acıya katlanılamaz!

Acil ve yoğun bakım kapıları kalabalıktır. Her an bekleyenlere yeni gurupçuklar eklenir, hızla çoğalırlar. Üzüntü ve telaştan çoğunlukla söylenen en basit şeyleri bile tam anlayamaz, tekrar sorarlar. Buralarda ilk birkaç gün çok önemlidir. Sonra deneyim kazanılmaya başlanır. Tam gün kapının önünde beklense de görüşün sadece belli bir saatte, kısa süreli ve sadece hastanın en yakınlarından bir kişiye yaptırılacağını öğrenirler. Görevliye boşuna bağırıp-çağırmak ya da yalvarmak işe yaramayacaktır. Kendinden sonra gelenlere artık “kıdemli kapı bekleyicisi” olarak hemen yardımcı olunur. Nasıl, ne zaman, ne şekilde görüş olacağı anlatılır. Kendi hastasının durumundan yola çıkarak yeni gelenlere olası işleriyle ilgili bilgiler verilir. Bu arada olur-olmaz yorumlar, bilgilendirmeler de bolca olacaktır.

Zaten bizde en kolay yapılan mesleklerden birisi doktorluktur! Bu yaşa kadar zaten bazı hastalıklar geçirmiş, ya da bir yakını hastalanmış, bazı ilaçlar kullanmıştır. Eh; o zaman yarım doktor sayılır!

Yoğun bakım kapısında buna sıkça rastlanır. “Ya, geçen sene bizim komşunun oğlu da böyle birden göğüs ağrısı ile geldi, üç günde rahmetli oldu zavallı!” diyene de rastlarsınız. Kalp krizi geçirene “cereyanda kalmıştır, göğsünü üşütmüştür, geçen benim de kolum ağrıyordu, şu ilaç bana çok iyi geldiydi, bunu yutsun bir şeyciği kalmaz, sakın anci filan yaptırmayın, adamın bacağında yumruk gibi delik açıyorlarmış!” gibi öneride ve hatta ısrarda bulunana da!

Bunun dışında hiç değilse yol-yordam öğretmek zaten dayanışmanın gereğidir. Hasta yakınları dayanışması kendiliğinden oluşan bulaşıcı bir eylemdir. Eğer o ortamda birkaç gün kaldıysanız, aynı yatılı okul ya da askerlik gibi kırk yıllık arkadaş olursunuz!

Bu dayanışma acıları hafifletir, biraz daha yaşama tutunmayı sağlar. Hani derler ya; “mutluluk paylaştıkça artar, acılar paylaştıkça azalır”

Günler uzadıkça insanların umutları kırılır, kafalardaki şüpheler artmaya başlar. “Acaba doğru bir tanı koyamadılar da beni oyalıyorlar mı? Yoksa hastalığı söylenenden daha mı kötü? Yoksa üzerinde deneyler mi yapıyorlar? Bu kadar zamanda derdinin ne olduğunu bile anlayamadılar, nasıl iyileştirecekler? Her şey iyiye gidiyorsa kaç gündür neden tam iyileşemedi? Yoksa benden üç-beş fazla para koparmaya mı çalışıyorlar?”

Bunlar sırasıyla ve mutlaka aklınızdan geçecektir. Bu süreç insanın doğru ve mantıklı düşünebilmesini engeller. Hele sisteme karşı biraz bilginiz ve güvensizliğiniz varsa bu sorular kafanızda daha sert tonlarda yankılanır. Ancak çaresi sadece beklemektir, umut etmektir, aynı ortamda aynı sorunları yaşayanlarla dertleşmektir. Zaman en iyi; ama en acı ilaçtır!

Uzayan tedavi süresi çoğu zaman -ana hastalık tedavi edilse de- geride bazı fonksiyonlarını kaybetmiş bir hasta bırakır. Bir hasta için korkulacak en büyük sonuçlardan biri de budur. Ölüm; öyle ya da böyle bir şekilde kabulleniliyor. Ama geride yatağa ve bakıma bağımlı bir hasta kalması çok, ama çok zordur. Bir yandan hiç değilse yaşıyor derken, diğer yandan onun yatakta, senin ayakta çekeceğin süresi belirsiz büyük sıkıntıları düşündükçe için yanar.

Bir insanın başka bir insana bağımlı olarak yaşamasının her iki insan için çok zor olacağını düşünüyorum. Bu benim gerçeğimdir; herkesin görüşüne ve özellikle de bunu yapabilenlere büyük saygı duyarım. Bu nedenle benim kendi adıma tek dileğim, eğer dileğim kabul olursa, hastalanıp yatalak olmadan ölüvermektir. Nasılsa doğduk, yaşadık ve öleceğiz; bu son kaçınılmazdır. Bu benim istemim; olur ya da olmaz; ama olursa çok sevinirim. Örneğin bir kalp krizi; birkaç saatte iş biter! Kalanlar için acısı daha ağırdır; ama yatağa bağımlı yaşamaktansa böylesi çok daha iyidir. Böyle bir pazarlık etme şansımızın olmadığını biliyorum; ama dilek tutmamıza da kimse karışmaz sanırım!

İşte yoğun bakımda zaman uzadıkça hasta yakınlarının aklına bunlar sinsice dolmaya başlar. Beyinlerini kemirir. Günler geçer, bunlar da geçer diye teselli ederler. Doğrudur; geçer de bazen deler de geçer dostlar!

Herkese acil şifalar ve sağlıklı uzun ömürler dilerim.