Adalet, Haset ve Kardeşlik...
Huzur ve barışı tesis edebilecek etken kardeşliktir, fakat onun da bir ahlakı vardır.
Dününü okuyamayanlar, bugününü göremez ve yarınını da okuyamaz…
Bu, her konu ve alanda böyledir.
İşte bu yüzden kardeşliğimizin hem bugünde hem de yarınlarda sağlam temellerin üzerinde ayakta durmasını istiyorsak, dün de bu temeli zayıflatan ve kardeşliğin zedelenmesine veya yıkılmasına neden olan hastalıkları/sebepleri bilmemiz gerekir.
Kardeşlik faktörü ile onu bitiren adaletsizlik ve haset…
Tarihte kardeşlik vurgusu yapılan ve ders çıkarılabilecek üç evre vardır:
1- Habil ve Kabil kardeşliği
2- Yusuf ve kardeşlerinin kardeşliği
3- Ensâr ve Muhâcirlerin kardeşliği
Öncelikle bu üç evreyi anlamamız gerekir.
Bilindiği üzere Kabil, “Benim olmalı, benim hakkım ve neden benim isteğim kabul görmedi” söylemleri ile kıskançlık içinde Habil'i öldürdü.
Aynı bizler gibi Habil ve Kabil de kardeşti. Kardeşliğimizin de onların kardeşliği gibi neticelenmemesi adına o neticeye sebep olan huylardan kaçınmalıyız.
Kabil'in akıbeti kabillerin akıbeti olmadıkça ne barış ne de huzur tam anlamıyla oluşur. Bu, bir nevi ahlaksızlık yapanları (ıslahlarından ümit kesilince) dışlayarak ıslah yoludur.
O gün bu gündür aynı ırktan değil aynı ahlaktan olma önemsenmiş ve birleştirici faktör olmuştur. Toplum olarak bu yolu uygulamazsak, huzursuzluk ve sıkıntılar da artarak devam edecektir.
İslam’ın ırkı yoktur, ahlakı vardır.
Aynı ırktan olmak değil aynı ahlaktan olmak önemlidir. Birleştirici faktör olan ırk değil ahlaktır.
Habeşîyi, Farisîyi, Kürdîyi, Rumiyî ve diğerlerini birleştiren, ırk değil o ahlaktı.
Yusuf'un kardeşleri; “Babamız, Yusuf ile öz kardeşini bizden daha çok seviyor.” diyerek haset tuzağına düştüklerini deşifre etmişlerdir. Ve bu, ibret dolu hayatı başlatan ilk muharrik kuvvet olmuştur… Yusuf’un kardeşlerinin hasedi öyle bir seviyeye geldi ki artık onlarla hakkın arasında bir perde oldu. Bunun sonucunda bir peygamber olan babaları hakkında da, “Kuşku yok ki, babamız açık biçimde hatalıdır” diyebildiler. Ve aslında farkında olmadan sadece Yusuf’a değil peygamber olan babalarına da buğzetmeye başladılar.
Kinimizin olmaması gerekir. Olmaması esastır şayet olsa dahi hakkı perdelememelidir.
Güçlü taraf, öncelikle gücün kendisine sağladığı avantajlarla, zayıf veya güçsüz gördüğü tarafa karşı güç kullanmaktan açıkça vazgeçerek barışın zeminini karşı tarafa hissettirmelidir. Güvenini kazanmalıdır.
Kardeşlerinin Yusuf’a yaptığını herkes biliyor. Oysaki Yusuf onları affetti, hem de zayıf olduğu zamanda değil, güçlü olduğu dönemde.
Ancak eli güçlü olan barışı tesis edebilir.
Bir tarafın hakkını vermek için başkasını mağdur eden adil değildir.
Barış ahlakı olmaksızın uzatılan ellerin değeri olmayacağı gibi barışı da anlamsızlaştıracaktır. Bunu Yusuf’un kardeşlerini karşılamasından anlıyoruz. Yusuf, güçlü ve muktedir olduğu halde kardeşlerine şöyle demişti: “Bugün size kınama yok.”
Yusuf, kin gütmedi ve yaptıklarından ötürü kardeşlerinden intikam almadı. Bu, barışın ahlakıdır.
Medine’ye hicret eden Müslümanlar Medineli Ensar ile kardeş oldular.
Göç eden muhacirler ilkin, kendilerini kardeş sayan Ensar’ın malını dahi tevarüs etmekteydiler.
Kardeşliğin idamesi adına esas olan feragat ve vefa en önemli temel ihtiyaçtır.
Evet, Kabil ile Habil, Yusuf ile kardeşleri, Ensar ile muhacirler de kardeş idiler. Bunların kardeşliğine bakmak ve ibret almak gerekir.
Bir kardeşin varlığı, “mal veya mülkte bölünme” teşkil eder endişesi oluşturmamalıdır. Aksine ‘Kader Birliğinde’ paylaşılan hüzünlerin ve birlikte varoluşların hatırlanması gerekir. Bu anlayış toplumun tümünde oluşmalı. Böyle olduğu zaman toplumda olumlu adımlar daha hızlı atılır ve karşılık bulur. Yani; kardeş olduklarını söyleyenler, diğer kardeşin eşit haklara sahip olmasını, mülkte ve mirasta bölünme veya ayrılık algı ve psikolojisinden kurtulmalı. Huzur ve barış içinde bir yaşam için A toplumunun bireyleri, A toplumunu oluşturan bireyler ve diğer kardeşler nasıl (bizimle) aynı (haklara sahip) olabilir kompleksinden kurtulmalı. Bu da bir bakıma yönetici ve eğitimcilerin tutumuna bağlıdır. Tüm olumsuzluklara rağmen huzur ve barışın temin ve tesisi ancak “Kardeşlik” faktörünün oluşması ve bu bağın tüm hak ve hukukunun tüm kardeşler için adaletle işlenmesi ile gerçekleşebilir.
Kardeşlik denilen şey bir düşüncedir. Kâinatın dört ana unsurdan oluştuğu gibi, bir düşüncenin oluşması ve başarıya ulaşabilmesi için; doğru düşünce, doğru kişiler/taraflar, doğru yöntem ve doğru zaman gibi dört unsurun da ahenk içinde olgunlaşıp oluşması şarttır.
Kendi gerçeğinizle yüzleşmekten kaçıyorsanız, başkalarının gerçeğinden size bir fayda gelmez. Öncelikle toplumumuzda bu farkındalığı tesis etmemiz gerekir. İnsan, fark ettiği veya haberdar olduğu andan itibaren mesuldür.
Yeter ki toplum olarak gayret edelim, geç kalmış sayılmayız.
Müşteki değil muzdaribim. Çünkü arzu ve isteğim, sevinç ve hüznüm bireysel değil toplumsaldır.
Neden hala bu haldeyiz?
Dünya, imkânların en büyüğüne sahip olduğu halde yakalanan imkânı değerlendirmenin yerine, başkalarının imkânlarına da göz dikenlerin ve imkânların yolunu gözleyenlerin birlikte yaşadığı yerdir. İnsanlığın huzuru, barışı ve refahı için ötekiyi kendine tercih edebilme erdemine ulaşmak muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktan daha elzemdir. Bunu iyice anlamalıyız. Bir olayın dışında kalıp akıl vermek değil, olayın içinde olup akıl yürütebilmek hünerdir. Hep söylediğim bir şeydir bu: İslam kardeşliğini kardeşlerin ‘islam’ından çok iyi ayırt etmemiz gerekir.
Peki, ne yapılmalı, çözüm nedir?
Kimi kardeşliğe kimi de yasalara bağlıyor huzuru, barışı…
Ahlaksız olanları yasalar bağlamaz, ahlaklı olanlara da yasalar gerekmez.
Evet, huzur ve barışı tesis edebilecek etken kardeşliktir, fakat onun da bir ahlakı vardır.
Barış için, huzur için ve en önemlisi de artık kardeşin kardeşi öldürmemesi için gelin; Kabilî ahlakın aksine Habilî, Yusufî ve Ensarî kardeşlik ahlakını hep birlikte inşa edelim.