İnsanoğlu başkalarıyla yaşamak zorunda olduğu yerlerde her istediği şeyi yapamayacağını anlayınca zorunlu olarak bazı temel konularda uzlaşmak zorunda kalmıştır. Bundan da yasalar doğmuştur.
Düşünün bir; adamın sülale kalabalık, arkasına güvenerek gücü yettiği herkesi sindiriyor. Çevrede onunla başa çıkamayanlar için o bir baş belası oluyor. Ama bir gün karşısına en az onun kadar kabadayı biri çıkıveriyor, al başına belayı! Çarpışan iki yumurtadan biri kırılacak, en ilkel yöntem bu. İki eşkıya “sen güçlüsün, ben güçlüyüm” diye kapışıyor. Kafalar-gözler kırılıyor, galip belirlenemiyor. Sonunda akıl üstün geliyor. İki güçlü bir daha araları bozulmasın diye belirli kurallar koyarak anlaşıyorlar.
İşte “yasa” dediğimiz toplumu ilgilendiren kurallar günün koşullarına göre konup yine koşullara göre değiştirilebilen insan yapısı sözleşmelerdir. Bir toplumun demokratik düzenle de, krallıkla da yönetilmesi yasa konmasını engellemez. Ancak yasalar demokrasiye yaklaştıkça daha anlaşılır ve insancıl, uzaklaştıkça sert ve tehlikelidir.
Sonuçta yaşadığımız yerlerde önceden belirlenmiş kurallara uymak zorundayız. Gerçi derler ki “isteyen yasalara uymayabilir; ancak sonuçlarına katlanmak ve bedelini ödemek kaydıyla!” Yani; işine gelirse!
Bedelini ödemek deyince aklıma 2 şey geldi. Birincisi inançları gereği askerlik yapmayı kabul etmeyen “Vicdani Retçiler”. Adam gerek siyasi, gerek dini nedenlerle eline silah almak, savaşmak, savaşa alet olmak istemiyor. Herkes aynı şekilde düşünmek zorunda değil, ona göre doğru olan bu; ne denir? Her şey denir kardeş; vatan haini de denir, asker kaçağı da! Milletin ağzı torba mı büzesin!
Bazı ülkelerde askerlik zorunlu değil, hatta maaşlı iş. Onlarda böyle şeyler sorun olmuyor. Ama bizde askerlik denince akan sular durur! Dururdu demek aslında daha doğru! Son yıllarda TSK’nın düşürüldüğü duruma bakınca kimlerin askeri sevdiği, kimlerin askerlikten ne anladığı ortada!
Neyse; genellikle Silivri’de yeni bir ordu kuranlar bu vicdani retçi dediklerimizi de pek sevmediler. Bir kaçının hakkından da geldiler zaten.
İkinci aklıma gelen ise “Bedelli askerlik Yasası” oldu. İşin ilginci, vicdani retçilere hain, asker kaçağı denirken, bir tür “cüzdanî retçi” oluşturduk ve gözyaşları ve alkışlarla yasayı çıkardık! Onlar ekonomimizi güçlendirecek kahramanlardı.
Askerliği ne kadar çok sevdiklerini “Silivri Ordusu” ve “Bedelli Yasası” ile kanıtlayanlar tarihimizdeki saygın yerlerini aldılar ve asla unutulamayacaklar!
Bedelli Askerlik Yasasının bir takım para babalarının çocuklarını kurtarmak için olduğunu söyleyen muhalifler de çıktı. Bir kısmı da bunun sosyal değil ekonomik bir yasa olduğunu iddia etti. Muhaliflik işte, ne olacak?
Aslında dünyada büyüme rekorları kıran, ekonomisi gelişmiş ülkelere bile örnek olacak, çeşmelerinden döviz ve altın akan bir ülke yaratan bu yönetimi çekemiyorlardı. Ülkenin paraya-pula gereksinimi mi var yani?
Gerçi yasa çıkmadan önce yapılan hesaplara göre başvuru sayısı ve gelecek döviz ise ohoo!, hesapsız olacaktı. Ama kazın ayağı 2 numara küçük geldi. Ne istenen başvuruya, ne de dövize ulaşılabildi.
Ek bir yasa ile başvuruları artırıcı önlemler eklendi. Yasal olarak “hileli yaş küçültme” yapılabileceği bile kabul edildi. Ödemelerde miktar, taksit, faiz yeniden ayarlandı. Ama ı-ıh! Yine istenen olmadı.
Garibim vatandaşta askerden kaçacak ne duygu, ne para kalmıştı. 30 bini bulan canını kurtardı, bulamayan bedelini seve seve ödedi! Sadece para hesabı olmayan, askerliği ayak bağı gören belli kişilerin gönlü yapılmış oldu deniyor!
İşte böyle; parayı veren düdüğü çaldı. Kimi malının bedelini, kim canının bedelini ödedi! Hani dedik ya; “yasalara uymamak da serbesttir, ancak bedelini ödemek koşuluyla” diye;
Bedelini ödeyen yasayı ayarlarmış!