Hangisiyle varabilirsiniz gerçekliğe?
Gerçek bilgi, her yerde ve her şeyin içinde olan “Evrensel Bilinç”tir.
Evrenin her zerresinde vardır. O olmadan hiçbir madde var olamaz. CERN’dekiler buna “Higgs Bozonu” diyorlar.
Maddeye kütle kazandıran bir yapı. Onun yokluğu, evreni hiçliğe dönüştürür.
İnsanoğlunun tekamül yolculuğunda ulaşabileceği en yüksek seviye, bu bilincin en saf halidir. Yani kendinde var olana ulaşacaktır. Daha doğrusu, kendinde olanın farkına varacaktır.
İnsan buna ancak ve ancak akılla ulaşabilecektir.
Bunun içindir ki dinler de bile aklın önemi sık sık vurgulanmıştır. “Size en değerli şeyi verdik. Aklı. Sizin aklınızla düşünerek bulduklarınız; size daha önce verdiklerimizden (Tevrat, İncil, Kuran vs.) daha değerlidir, bizim katımızda.”
Dinler, o dönemin insanlarının farkındalık seviyelerine paralel olarak, bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, “dinleri insanlar yaratmıştır”, demek de mümkündür.
Habercilerin, yani Peygamberlerin, bilgi aldıkları kaynak aynı kaynaktır. Evrensel bilinçle temasa geçmişlerdir. Musa onu yanan çalı, İsa beyaz bir güvercin ve Muhammed de “Cebrail” olarak algılamıştır. Sonuçta, Hıristiyanların kutsal ruh dedikleri şey de “Evrensel Bilinç” ten başka bir şey değildir.
Dinleri ve dinlerde anlatılanları değerlendirirken, insan aklının ve farkındalığının seviyesini mutlaka göz önünde bulundurmak gerekir. Kaldı ki, habercilerin söyledikleri o dönemlerin ihtiyaçlarına ve koşullarına göre yorumlanmalıdır.
Bilim adamları herhangi bir şeyi bulmaz, sadece var olanı hatırlar. Çünkü bu bilgi evrenin her zerresinde zaten eşit olarak mevcuttur. Başka bir yazımda buna “Evrensel Zeka” demiştim. Haliyle kendisinde olanı, aklını kullanarak ortaya çıkarır.
Evrensel bilincin ne kadarına ulaşmış durumdayız? Bizim seviyemiz, şu haliyle “plajdaki bir kum tanesi” ne benzetilebilir ancak.
Sorgulamayan, sadece kendisine verileni doğru olarak kabul eden akıl yapısıyla evrensel bilince ulaşmak mümkün değildir. Dünyamızda milyonlarca bilim adamı var fakat çok azına mucit diyebiliyoruz. Çünkü çoğunda şüphecilik yapısı yok. Aldıkları bilimsel eğitimin hakikatin kendisi olduğunu sanıyorlar ve papağanlıktan başka bir şey yapmıyorlar. Tutucu dincilerden hiçbir farkları yok aslında.
“Dinci” değil, dindar olmak gerek; “bilimci” değil, bilim adamı olmak gerek. Yoksa ileri değil, hep geri gideriz.
Günümüzde, dinciler tarafından dini esaslarla yönetilen gelişmiş bir toplum görmek mümkün değildir. Aynı şekilde, bilime el frenliği yapmaktan öteye gidemeyen ve kendilerine akademik olarak bilin adamı payesi verilen, on binlerce insanı barındıran başka bir Türkiye örneğini de dünyada görmek mümkün değildir.
Geçenlerde, ülkemizdeki mucitleri ve icatlarını konu alan bir kitap aldım elime. O kadar az akademisyen var ki aralarında, şaşarsınız.. İlginçtir bu mucitlerin % 70’i lise ya da daha aşağı seviyelerdeki okullardan mezun kişiler. Çünkü onları frenleyecek ya da yargılayacak akademik bir kurul yok önlerinde. Özgürce düşünüp, özgürce ortaya çıkarmışlar kendinde mevcut olan bilgiyi.
Bana “Atatürkçü” müsün diye sorulduğunda cevabım hep “Hayır” oluyor. Çünkü ben O’yum diyorum. Bir “şeyci” olanlar kötü taklitten öteye gidemezler. Bu günlerde ülkemizin Atatürkçülere değil ama Atatürklere ihtiyacı var. Bilimcilere değil, gerçek bilim adamlarına ihtiyacı var. Dincilere değil, gerçek inananlara ihtiyaç var.
Bilimin de, dinin de kaynağı aynıdır. Evrensel Bilinç…
Evrensel bilince ulaştıkça insanoğlu, dinlere gerek duymayacaktır. Gerçi şu haliyle dinler (dinciler yüzünden) dünya üzerindeki sefaletin ve yıkımların en büyük aktörü olmaya devam etmektedirler. Bugün din dediğimiz şey, yalan-dolan, kin ve nefretten başka bir şey değil. Dinler amaç değil, araçtır artık…
Bilimin ve bilimsel buluşların da yanlış ellerde, belli bir zümrenin menfaati için kullanıldığı da ayrı bir gerçek. Bilim adamının işi bulmak (daha doğrusu hatırlamak) tır. Einstein’in amacı atom bombası değildi, enerji üretimiydi. Sonuç ortada…
Dinler, öldürmeyeceksiniz diyor ama halen katliamların en büyüğü dinler yüzünden yapılıyor ne yazık ki.
Eeeee….Peki ne yapacağız öyleyse?
Bize söylenenlere kulağımızı kapamakla başlayacağız işe. Bunu yapamıyorsak, aklımıza ve mantığımıza uymayan hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmeyeceğiz. Daima şüpheci olacağız. Paranoyak değil tabii…
Önce kendimizden başlayarak, etrafımızı objektif olarak gözlemleyeceğiz. Kendi bedenimiz ve doğa en iyi hatırlatıcıdır. Gerçeği fazla uzakta aramamıza gerek yok. Var olan gerçeklik, evrenin her yerinde aynıdır ve bizi beklemektedir.
İstemek yeterli olacaktır…
Bilinç ışığınız, sevgi yolunuz olsun…