Bir Yıl Mı Oldu Berkay?



Ha, peşinen söyleyeyim, sen artık sadece Zeynep’le Salim’in değil, seni sevenlerin evladısın Berkay. Sevgili yavrum; o kadar gençtin ki; daha yaşamı yeni yeni tanırken sana ölüm gerçeğini tanıttılar! Kim onlar biliyor musun? Dünyada hiçbir canlı türünün kendi ırkına zarar vermediği gerçeğine bile ihanet eden bazı “mahlûklar!” Ki onlar için insan demek yanlış olur; Allah’ın verdiği canı O’na sormadan alabileceğini sanan “insansılar” onlar.

Onların yüzlerini bile görmedin; hiç tanımıyordun zaten! Ama onlar da tam öyle düşünüyorlardı; hiç tanımadıkları, her biri farklı yaşlarda, cinsiyette, ırkta, meslekte, görevde, kısacası hepsi değişik ırkdaşlarını toptan ve acımasızca yok etmek istiyorlardı; başardılar da!...

Onların zaten yüzleri de yoktu yavrucuğum; aynen kalpleri, beyinleri, vicdanları, ruhları olmadığı gibi yüzleri de yoktu; gülmeyi, sevmeyi, acımayı da bilmezlerdi bu yüzden. Tek görevleri vardı; kendi ölü canlarının yanına hiçbir günahı olmayan, olabildiğince çok masumun da canını almak! Asıl hedefleri sadece onların yaşamını yok etmek değildi tabi; kalanlara tüm yaşamları boyunca acı çektirmekti!... Doğrusu bunu da hep başardılar yavrucuğum.

Demokrasinin, insanın değerinin olmadığı bir ülkede hep kendine yontan siyasiler olacaktır; bizde de yıllardır var sevgili Berkay’ım. Kendi canları o kadar çok kıymetli ki, onlarca-yüzlerce koruma ile gezerler. Sokaklarımızda sağlamak zorunda oldukları ve anayasal hakkımız olan “can güvenliği” onlar için oya çevrilebilecek bir siyasi malzemedir. Bu nedenle ortalıkta aylar önce ihbar edilmiş canlı bombalar gezer, görülmez-duyulmazlar nedense!...

Birde utanmadan-sıkılmadan, yüzleri kızarmadan timsah gözyaşı dökerler! Hatta bazen ölenleri bile sınıflandırır, bazılarını görmezden bile gelirler!... Şanssızdın be yavrum; o kısacık yaşamının neredeyse 15 yılı bu dönemlerde geçti. Ne gerçek demokrasiyi, ne gerçek devlet kavramını tanıyabildin; hep bunların deforme hallerini görüp büyüyordu sen ve senin kuşakların.

İşte böyle bir talihsiz günde aynen G.G. Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanındaki gibi herkesin gözünün önünde “yeri-günü-saati- faili belli bir cinayet işlenecekti; işlendi!...” O acı günde ben de kırk yılda bir yurtdışına gidiyordum; uçakta aşağıdaki Vodafone Arena stadını bir BJK’li olarak gururla seyretmiştim. Tam bir saat sonra da o stadın önünde, o insan olamayacak canilerin, seninle birlikte tam 46 cana kastedeceğini nereden bilecektim?

Sen de FB’liydin yavrum; ama o forma sana o kadar yakışıyordu ki, başka Fenerlileri pek sevmesem de seni canımın içi gibi seviyordum sevgili Berkay’ım; gönlümde o gülen gözlerin ve FB formanla öyle bir taht kurdun ki, ben de ölene kadar yerin garantidir yavrum...

Berkay’ım; ben de yaşlandım artık, bu tür acılara hiç, ama hiç dayanamıyorum. Laf aramızda sulu gözlü oluverdim! Hatta sevgili kardeşlerim annen ve baban Zeynep ile Salim’i görünce bırak ağlamayı, olduğum yere düşüp kalacağımı çok iyi biliyorum. Bu nedenle de pek onlara görünmek istemiyorum yavrucuğum. Sen sakın yanlış anlama; onlar da zaten bizi tanırlar, düşüncelerimizi de bilirler. Ama işte bu durumdayım sevgili yavrum; beni anlayacağını umuyorum.

Ailen için yaşanacak acıların en büyüğüdür senin yokluğun; ama yaşamın acı gerçeği bu be yavrucuğum. O “evlat” acısının “ateşten bir top” gibi göğüs kafeslerinin en derinliklerinde sürekli yanacağını biliyorum. Benim çocuğum yok yavrum, bilirsin. Ama eğer olsaydı onun acısının da ancak senin acın kadar olacağını bilmeni isterdim Berkay; bana inan…

Seni bir yıl, iki yıl değil; bizler de bir gün ölüp sana kavuşana kadar özleyeceğimizi de bilmeni isterim yavrum. Sen, eğer oralardaysa, cennetin en güzel köşesinden bizleri izliyorsundur mutlaka. Bizler senin özleminle, bitmeyecek sevginle kalan günlerimizi yaşamaya uğraşacağız.
Ailen çok güzel işler de yapıyor bu ara senin için; meslektaşlarına burs bile veriyorlar. Bununla da gurur duyacağından eminim yavrum.
Huzur içinde rahat uyu sevgili Berkay; hiç aklımızdan çıkmayacaksın. Özlemin bizi ayakta tutmaya devam edecektir yavrum. Hoşça kal...