Çok güzel atasözlerimizin olduğunu biliriz. Ama önemli olan bir olayı anlatıp “taşı tam gediğine koyarak” o arada uygun Atasözünü söylemek olmalıdır. Yoksa atasözünün gerçek değeri anlaşılmaz.
Bu gün atasözlerimizle süslü güzel ve tanıdık bir masal anlatalım.
Bir zamanlar tanıdık bir ülkede siyaset kazanı fokur fokur kaynıyormuş. Burada ülkesini seven, bölünmesine karşı çıkan, halkını çağdaş uygarlığa taşımak isteyen, ülkesinin çevre ülkelerde sözünün dinlenmesini isteyen yöneticileri varmış. Ancak o ülke hem coğrafi konumu, hem yer altı ve yerüstü varlıklarıyla öyle pek kendi haline bırakılacak ülkelerden değilmiş. Bu nedenle bazı üç harfli ülkeler “bu ülkeyi madem işgal edemiyoruz, bari bizim istediklerimizi yapacak adamlarımızı başa geçirelim” diyorlarmış. Bu nedenle siyaset kazanının altına habire odun atıyorlarmış.
Bu konuda uzman olan o ülke her fırsatta bu güzel ülkenin yönetimine kendine yakın adamlarını getirse de, bu ülkedeki vatanseverler canla-başla direniyor, kısa zamanda onların “ipliğini pazara çıkarıyor”, onları halkın gözünden düşürüyorlarmış. Bu kavga on yıllardır böyle sürüp gidiyormuş.
Gelelim günümüze; bu kötü ülke taa İl Başkanlığı, Belediye Başkanlığı zamanından beri izlediği, “adam olacak çocuk duruşundan belli olur” diyerek ona nasıl durmasını öğrettiği birini tanıyormuş. Yıllarca ona ileride ülkeyi nasıl yönetip kendi için neler yapacağını anlatmış. “Beraber yürüyeceğiz bu yollarda” diyerek önüne çıkacak engelleri tek tek temizlemekteymiş.
Böylece o kötü ülke RTE’ye AKP’yi kurduruyormuş. RTE’nin önünde zorlu bir süreç ve süreçte borçlu olduğu görev ve sorumlulukları varmış. Kolay değil; hem ülkenin Başbakanı, hem de BOP eşbaşkanıymış.
Elbette bu süreçte onun hedeflerine varmasına engel olacak düşman muhalif vatanseverler de varmış. Bunlar ülkenin cumhuriyet değerlerine bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak kalmasını istiyorlarmış.
İşte o zaman RTE, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diyerek bu düşmanlarına en az kendisi kadar düşman olan, ülkeyi bir İslam devletine dönüştürmek isteyen yandaşlar bulmuş. Onlara dava arkadaşı- can yoldaşı olarak dört elle sarılmış.
Ama RTE koskoca Başbakanmış ve “maşa varken ateş elle tutulmaz” diyerek, “amacına ulaşmak için gerekirse papaz elbisesi bile giyebilecek” kadar kurnaz olduğundan, “elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan” ortaklarını ortak düşmanlarının üzerine salıvermiş.
Doğrusu iş ortakları da pek maharetliymiş. Her türlü düzmece belge, kaset, kayıt yapabiliyor, gizli yandaş tanıklara her şeyi söyletebiliyorlarmış. Böylece gel zaman, git zaman, iki ortak başta TSK olmak üzere kendilerine rakip ve muhalif gördükleri ortak düşmanlarını tarumar etmişler.
Eh; “bal tutan parmağını yalarmış!” RTE’nin önünde de artık hiçbir engel kalmamış. Ama iş ortaklarının gerçekten ne kadar tehlikeli, her yere sızmış, güçlü ve korkulur olduğunu, bir gün kendisi için de aynı tuzakları kurabileceklerini kara kara düşünmeye başlamış. Bu dünyanın “etme bulma dünyası” olduğu gerçeği “kafasına dank etmiş!...”
Bu arada “yapılanların kendi suçu değilmiş gibi” halka anlatılması da gerekiyormuş. Halk geç de olsa, zor da olsa yapılanların çok doğru işler olmadığını; hapislere tıkılanların onlarca belgeyle suçlamaları çürüttüğünü görmeye başlamış. Bu çok tehlikeliymiş!
İşte artık kendini kurtarmak için “öküz öldü, ortaklık bitti” demenin tam da zamanıymış! Hem uyguladığı planla “bir taşla iki kuş vuracak” mış, Hem de sanki ortağıyla elbirliği ile kendisi hapislere tıkmamış, çok üzgünmüş gibi, ama yargıya karışamadığını, yapılanları da doğru bulmadığını söyleyerek “birilerinin ağzına bir parmak bal çalmış”.
Planın ikinci kısmında da bu haksızlıkları yapanın asla kendisi olmadığını, kendisini zor duruma düşürmek için tüm bu kötülükleri devletin içine sızmış “paralelcilerin” yaptığını, en kısa zamanda inlerine kadar girilerek gerekli cezaların verileceğini söylemiş.
Yandaşlarının balık hafızasına güvenen RTE, paralelci diyerek tuttuğunu görevden almış, tayin/sürgün etmiş, “ortalık toz duman olmuş”. Bu durumda yandaşları da alkıştan ortalığı yıkıyorlarmış.
RTE’nin bir demokrasi kahramanı ilan edilmediği kalmış. “Öküz ölmüş, ortaklık bitmiş”, “amacına ulaşmak için demokrasi bir araçmış”, sonuçta “bir taşla iki kuş vurmuş!...” Artık ayaklarını uzatıp rahatça koltuğuna yerleşebilmesi için son bir darbe gerekiyormuş. Önündeki engelleri temizlettiği, işbirliği yaptığı, ama gelecekte aynı tuzakları kendisi için üreteceklerini bildiği paralelcileri yok etmesi gerekiyormuş. Yandaşlarına ve balık hafızalılara da bunu ülkeyi korumak için yaptığına inandırmalıymış.
Çünkü 17 Aralık rezaleti halen ortalıktaymış. Az daha hızlı davranmasa “ipliği pazara çıkacakmış!” Bu paralelciler boş bırakılmaya gelmeyecek kadar, kendisinden bile ustaymış.
Ve sonunda daha önce yaptırdıklarının kopyası gibi bir “sahur operasyonu” başlatıp tüm paralelcileri toplatmaya başlamış. Yalnız arada bir fark varmış. Paralelci diye damgalananlar hemen görevinden alınırken bu etkili ve yetkili yerlere, daha önce yaptıkları eylemlerle RTE’den “aferin” alabilmiş AKP yandaşları dolduruluyormuş!... Yandaşlara ve saflara “teldeki cambaza bak” derken tepeden tırnağa kadrolaşma yapıyormuş.
Her şey tam istediği şekilde oluyormuş. İleride kaza ile kendisini ya da “saadet zincirindeki” yandaşlarının başlarına olur da bir iş gelirse; onu tutuklayacak emniyetçileri, yargılayacak savcı ve yargıçları, olur a; kaza ile ceza falan alırlarsa itiraz edecekleri Yüksek Mahkemeler artık “paralelci” değil, ama tamamen “AKP’liymiş!...” Hani halk için “kırk katır mı, kırk satır mı?” seçeneğinden başka bir şey kalmamış!...
RTE “bir taşla iki kuş vurmuş.” Hem kağıt mendil gibi kullanıp atıverdiği paralelcilere her istediğini yaptırmış, sonra onları kötü adam ilan edip kendini de demokrasi kahramanı ilan ettirmiş, hem de ülkenin kılcal damarlarına kadar kadrolarını yerleştirmiş!... Yani “yeme de yanında yat” gibi olmuş.
Paralelciler işe şaşkınmış. Hani daha dün elbirliği ve işbirliği yaptıkları RTE ile birlikte TSK başta olmak üzere tüm muhalifleri nasıl ortadan kaldırdıkları akıllarına geldikçe ağlamaklı oluyorlarmış. “Biz nerede hata yaptık?” diye kara kara düşünüyorlarmış.
En acısı; hapislere tıktıkları kişilere ne yaptılarsa daha fazlasıyla kendilerine yapılıyormuş!
Evet; ne güzel Atasözlerimiz var değil mi?
Örneğin paralelcilere; “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” desek haksız mıyız?
Ya da RTE’ye; “böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var” mı demeli?
Ama en güzeli, her ikisine de; “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” daha mı yakışır?