Çok önemli bir seçimin arefesindeyiz. Bu seçim ya yeni bir şaha kalkışın kararı olacak ya da yeni bir Uhut yenilgisi yaşayacağız. Her şey "Ayneyn Geçidi"ndeki okçuların bu sefer yerlerini terk edip etmeyeceklerine, verilen emre bağlı kalıp kalmayacaklarına bağlı...
AK Partinin girmiş olduğu bütün seçimler çok önemli oldu aslında. Hangisi diğerinden önemsizdi ki? Referandum mu, Cumhurbaşkanlığı seçimleri mi, diğer seçimler mi? Girilen bir seçimde AK Partinin azıcık oy kaybı yaşamasını yeni bir 'Viyana bozgununa’ benzetecek olan iç ve dış muhalefet, böyle bir başarısızlıkla günlerce bayram coşkusu yaşamayı ne kadar arzu etmekteydiler. Allaha şükür ki, ne rabbim ne de asil milletimiz onlara bu fırsatı vermedi.
Ancak?!
Ancak, bu seçimler beni korkutuyor. Dışardaki muhalefetin ve sinsi düşmanların zihnî ve fiilî başarıları değil içerideki aklın hataları korkutuyor. Seçime girerken lüzumsuz bir polemik… Sayın Erdoğan, Arınç ve Gökçek arasında geçen... Kenarından köşesinden buna sanki Sayın Abdullah Gül büyüğümüzden de omuz verirmiş gibi ifadeler...
Mesele Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Beyin "diktatör" olduğu yönündeki şer ittifakının içeride ve dışarıda seslendirdiği koruya içeriden bazılarının tempo tutmalarından kaynaklanıyor. İçeride de bazıları sanki kendi ruh dünyasında "diktatör" yaftasına sıcak bakar gibi.
CUMHURBAŞKANI DİKTATÖR MÜ?
Tanzimat’tan bu yana, Abdülhamit dönemini kenarda tutarsak, muktedir bir iktidar gelmemiştir. Diktatör bir iktidar gelmiş midir? Elbette... Çok partili siyasi hayat öncesi dönemi ile ihtilal dönemleri diktatör idare dönemleridir. Halkımız muktedir bir idare görmedikleri için diktatörlükle muktedirlik arasındaki farkı ayıramamaktadırlar.
Diktatörler halka nefes aldırmazlar, yüzleri gülmez, millet ve memleket için hizmet de etmezler. Onlar zevk, eğlence, safa peşindedirler. "Ekmek bulamayanlara pasta yemeyi" önerirler.
Abdülhamit için de diktatörlük suçlaması çok yapılmış, ancak zaman geçtikçe vatan ve millet için ne büyük zorluklara katlandığı anlaşılmıştı. Ona diktatör diyenler“yanlış yapmışız, hata bizdeymiş, keşke yine başımızda olsa da bizi yine Taif’e, Magosa’ya sürse fakat özgür yaşasak” gibi itiraflarda bulunmuşlardır.(Bakınız, Cemal Paşanın, Namık Kemalin, Rıza Tevfik’in itirafları)
Abdülhamit muktedir bir padişahtı.
Tayyip Erdoğan da muktedir bir Başbakan…
Gördüğü hissî bir manzara karşısında gözyaşı döken, çocukların yanaklarından öpen, kucağına aldığı çocukların hiçbirinin kendisini yadırgamadıkları, en fakirin bile sofrasına oturan, tiksinmeyen, böbürlenmeyen, hiçbir arkadaşlığı ve arkadaşlarını unutmayan, vefasızlık yapmayan, annesinin ayağının altını öpecek kadar anne sevgisiyle dolu yüreğe sahip, bir cenaze evine gittiğinde Allah’ın kelamını okuyup-dua eden, sanatçılarla şarkı türkü söyleyen, kendi fikrine en uzak sanatçı Ahmet Kayayı bile Kayanın fikirdaşlarından fazla savunan, yazar Nuri Pakdil’in ödül merasiminde Pakdil konuşmasını yaparken ayakta dinleyen, okuduğu şiirlerle Türkiye’de şiiri yeniden sevdiren, simitçiyle gidip sohbet eden, kendisiyle görüşmek isteyen kim olursa olsun onu dinleyen bir yürek diktatör olamaz.
Ona diktatör diyen Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve şürekâsı…
Fethullah Gülen ve onun Tayyip Bey’e “Yezit” diyen Fuat Avnileri…
Siz de yabancı bir çocuk alın kucağınıza da, o çocuk rahat ve yumuşak bir gönle oturduğunu sansın ve neşelensin…
Hadi yapın da, o, merhametin ve şefkatin parametrelerini kendi gönül reostasıyla hisseden çocuk kucağınızda rahat etsin. Haydi; sizler de eli tezek kokan bir fakirin toprak damlı evine girip çocuklarının yarı sümük bulaşmış yüzlerine baka baka sofrasından yemek yiyin.. Yiyin de anlayalım ne kadar merhamet dolu iklimin insanları olduğunuzu.
İşte Arınç, Gül ve diğer bazı AK Partililer de bu diktatör yaftasıyla ma’lül olmuş olmalılar ki, ister istemez bazı kelimeleri ağızlarının kenarından sıçratıyorlar. Hâlbuki siyasette, geldikleri yer de, durdukları yer de önce Allah sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın sebebiyledir. Onların hiçbirisi olmasa, Tayyip Bey, tamamen sıfırdan bir ekiple yeniden yola çıkıp, partiyi iktidara getirir. Onların tamamı, Tayyip Beysiz, onun onayı olmayan bir partiye ancak %5 oy aldırabilirler.
BAŞKANLIK SİSTEMİ OLMAZSA OLMAZ MI?
Bin yıl dünyaya nizam vermiş, dünyaya adalet ve insan onurunu korumanın ne olduğunu göstermiş bir milletin çocukları olarak, eğer, tarihteki gibi yeniden şaha kalkmak, baş olmak, İslam Dünyasında akan bu kanı durdurup ümmetin birliğini sağlamak, dosta güven düşmana korku salabilecek konuma gelmek istiyorsak “Başkanlık” şarttır.
Cumhuriyetle birlikte elde ettiğimiz kazanımlar yanında, maalesef kaybettiklerimiz de çoktur. O kayıpları yeniden telafi etmek, şarktan garba yeni bir medeniyet inşasında bulunmak istiyorsak Başkanlık sistemine geçmemiz farz-ı ayındır. Ama bu söylediklerim büyük düşünenler içindir, derdi ve davası olanlar içindir. Bütün davası ve derdi tuvaletle mutfak arası bir hayattan ibaret olanlar, sadece koltuk bizde olsun, kasaları boşaltalım, biz de sükse yapalım davasında olanlar, TRT de yayınlanan Diriliş dizisindeki Selcan Hatun gibi intikam duygularıyla yanıp tutuşanlar, sadece fitne çıkarır, sadece tahrip ederler. Bir yanda inşa edenler diğer yanda imha edenler…
Başkanlık sistemi, koalisyon dönemlerini bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömecek bir sistemdir. Koalisyon dönemlerinin Türkiye’siyle son on üç yılın Türkiye’sini mukayese ettiğimizde her şey anlaşılır.
Başkanlık sistemi, Cumhurbaşkanlığı makamıyla hükümet arasındaki zıtlıkları ve uyumsuzlukları da ortadan kaldırır.
Unutulmamalıdır ki bu ülke bir cumhurbaşkanı seçebilmek için meclisinde yüz on altı tur seçim yapmış, seçemeyince de 12 Eylül darbesini yaşamıştır. Yine unutulmamalıdır ki,367 garabetiyle ve onun çevresinde dönen tartışmalarla ülkemiz nice fırsatları kaçırmıştır. El âlemin böyle bir derdi yok. Onlar kızağı yağlamış, gemiyi kızağa koymuş okyanusa açılırken ve somonunu büyütürken biz, ‘nasıl engelleriz, nasıl aşağı indiririz’ tartışmalarıyla, sistem tartışmalarıyla kan kaybediyoruz. Olan da bize oluyor. Tuzu kuru olanlar için dert değil ama bunların peşine takılan orta sınıf, ‘bizim mahallenin’ insanlarına ne oluyor anlamıyorum?!
SON UHUT SAVAŞI
Uhut Savaşı İslam Tarihinin en ders alınması gereken savaşlarındandır. Hz. Peygamber Ayneyn Geçidine elli okçu yerleştirmiş ve “Savaşı kazanalım veya kaybedelim; benden ikinci bir emir gelmeyince yerinizi terk etmeyin” demiştir. Ancak savaşın ilk safhasında Müslümanların saldırısıyla püskürtülen müşrikler geri dönüp kaçarken bu elli okçudan kırk tanesi: “Bedirde olduğu gibi burada da savaşı kazandık. Gidip ganimet toplayalım” diyerek peygamberin emrine uymamış ve bunu gören pusudaki iki yüz kişilik müşrik grubu arkadan dolanarak Müslümanları iki ateş arasında bırakmıştır. Böylece galipken mağlup duruma düşen Müslümanlar çok sayıda şehit vermişlerdir.
Türkiye AK Parti hükümetleriyle çok güzel bir sıçrama ve kalkınma dönemine girmiştir. Lakin AK partide de bir metal yorgunluğu gözlenmektedir. Üç dönem kuralıyla yetmiş vekilin yenilenecek olması, taze bir başbakan ve genel başkanın partiyi yönetiyor olması kan değişimi açısından bir fırsat ve umuttur.
Bu kalkınma grafiğinin devam etmesi gerekmektedir. Bunun için milletin tasvibini kazanacak bir vitrinin milletin önüne konulması gerekmektedir. Ancak durum ne kadar böyledir?
GİRESUNDA VEKİL LİSTELERİ VE ÖP BABANIN ELİNİ
Üzülerek söylemeliyim ki AK Partinin vekil listesi millette bir heyecan uyandırmamıştır. Listede Nurettin Canikli’nin boşluğunu dolduracak bir sıralama söz konusu değildir.
Espiye’den Eynesil’e, Güce, Doğankent, Yağlıdere, Çanakçı gibi yedi ilçe; yani Giresun’un yarısını temsil eden bir bölgede yine mahrumiyet ağıtları yakılır olmuştur.
Bu seçimde mutlaka bu ihmalin bir karşılığı olacaktır.
Sanki Giresun; Merkez- Keşap/Dereli/Bulancak üçgeninden ibaret küçük bir havza olarak düşünülmüştür. Alucra’dan, Eğribel Geçidinden, Aksu vadisinden Piraziz’e kadar bir il… Hangi akıl bunda etken olduysa 7 Hazirandan sonra eseriyle öğünebilir.
Nurettin Bey’in Giresun’a hizmetleri, kim ne derse desin unutulmayacak boyuttadır. Onun boşluğunun dolmadığı yerde Giresun geri gidecektir.
Parlamenter demokrasilerde milletvekili, yürütmenin değil yasamanın temsilcisidir lakin bizim gibi yapısal meselelerini tamamlayamamış ülkelerde vekil, yasamadaki görevinden daha çok yürütmeye müdahil olmasıyla bilinir ve o meyanda çok şey beklenir kendisinden. Nurettin Bey, gerek plan ve bütçe komisyonu başkanlığı göreviyle, gerekse partinin kurucuları arasında yer alması hasebiyle birçok hizmetin Giresun’la buluşmasını sağlamıştır. Mevcut listedeki arkadaşların her biri edepte, dürüstlükte, ahlakta, vatan ve milletseverlikte, sadakatte asla leke taşımayacak evsafta mümeyyiz arkadaşlardır. Her biri orta halli veya fakir köylü çocuğudur. Halden bilir.
Becerikli olmak ayrı bir meziyettir. Halkın aradığı da budur.
Benim, partinin, partililerin, genel merkezin ne düşündüğü kadar bunun halktaki karşılığını da dikkate almak gerekirdi.
Ama ne olursa olsun, bu burukluk ve kırıklık psikolojisi atlatılıp koalisyonlara memleketi teslim etmemek için bu defa da: “Devam inşallah” demek hem vatanseverlik hem de geleceğimizi kazanacak en önemli adım olacaktır.
Allah korusun; Eğer Ak Parti tek başına iktidar olamayacaksa, CHP ve MHP nin de vekil sayısı hükümet kurmaya yetmeyeceğinden, ya HDP yi de içine alan bir koalisyon kombinezonuyla karşı karşıya kalınacak; bu formüle MHP evet derse HDP ye verilen bakanlıklar tamamen PKK lılarla dolacak ya da MHP bu formüle razı olmayacak ve memleket eski Türkiyedeki perişan günlerine geri dönecektir. Aynı durum, Ak Parti-HDP koailsyon ihtimalinde de söz konusu olacaktır.
AK Partinin girmiş olduğu bütün seçimler çok önemli oldu aslında. Hangisi diğerinden önemsizdi ki? Referandum mu, Cumhurbaşkanlığı seçimleri mi, diğer seçimler mi? Girilen bir seçimde AK Partinin azıcık oy kaybı yaşamasını yeni bir 'Viyana bozgununa’ benzetecek olan iç ve dış muhalefet, böyle bir başarısızlıkla günlerce bayram coşkusu yaşamayı ne kadar arzu etmekteydiler. Allaha şükür ki, ne rabbim ne de asil milletimiz onlara bu fırsatı vermedi.
Ancak?!
Ancak, bu seçimler beni korkutuyor. Dışardaki muhalefetin ve sinsi düşmanların zihnî ve fiilî başarıları değil içerideki aklın hataları korkutuyor. Seçime girerken lüzumsuz bir polemik… Sayın Erdoğan, Arınç ve Gökçek arasında geçen... Kenarından köşesinden buna sanki Sayın Abdullah Gül büyüğümüzden de omuz verirmiş gibi ifadeler...
Mesele Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Beyin "diktatör" olduğu yönündeki şer ittifakının içeride ve dışarıda seslendirdiği koruya içeriden bazılarının tempo tutmalarından kaynaklanıyor. İçeride de bazıları sanki kendi ruh dünyasında "diktatör" yaftasına sıcak bakar gibi.
CUMHURBAŞKANI DİKTATÖR MÜ?
Tanzimat’tan bu yana, Abdülhamit dönemini kenarda tutarsak, muktedir bir iktidar gelmemiştir. Diktatör bir iktidar gelmiş midir? Elbette... Çok partili siyasi hayat öncesi dönemi ile ihtilal dönemleri diktatör idare dönemleridir. Halkımız muktedir bir idare görmedikleri için diktatörlükle muktedirlik arasındaki farkı ayıramamaktadırlar.
Diktatörler halka nefes aldırmazlar, yüzleri gülmez, millet ve memleket için hizmet de etmezler. Onlar zevk, eğlence, safa peşindedirler. "Ekmek bulamayanlara pasta yemeyi" önerirler.
Abdülhamit için de diktatörlük suçlaması çok yapılmış, ancak zaman geçtikçe vatan ve millet için ne büyük zorluklara katlandığı anlaşılmıştı. Ona diktatör diyenler“yanlış yapmışız, hata bizdeymiş, keşke yine başımızda olsa da bizi yine Taif’e, Magosa’ya sürse fakat özgür yaşasak” gibi itiraflarda bulunmuşlardır.(Bakınız, Cemal Paşanın, Namık Kemalin, Rıza Tevfik’in itirafları)
Abdülhamit muktedir bir padişahtı.
Tayyip Erdoğan da muktedir bir Başbakan…
Gördüğü hissî bir manzara karşısında gözyaşı döken, çocukların yanaklarından öpen, kucağına aldığı çocukların hiçbirinin kendisini yadırgamadıkları, en fakirin bile sofrasına oturan, tiksinmeyen, böbürlenmeyen, hiçbir arkadaşlığı ve arkadaşlarını unutmayan, vefasızlık yapmayan, annesinin ayağının altını öpecek kadar anne sevgisiyle dolu yüreğe sahip, bir cenaze evine gittiğinde Allah’ın kelamını okuyup-dua eden, sanatçılarla şarkı türkü söyleyen, kendi fikrine en uzak sanatçı Ahmet Kayayı bile Kayanın fikirdaşlarından fazla savunan, yazar Nuri Pakdil’in ödül merasiminde Pakdil konuşmasını yaparken ayakta dinleyen, okuduğu şiirlerle Türkiye’de şiiri yeniden sevdiren, simitçiyle gidip sohbet eden, kendisiyle görüşmek isteyen kim olursa olsun onu dinleyen bir yürek diktatör olamaz.
Ona diktatör diyen Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve şürekâsı…
Fethullah Gülen ve onun Tayyip Bey’e “Yezit” diyen Fuat Avnileri…
Siz de yabancı bir çocuk alın kucağınıza da, o çocuk rahat ve yumuşak bir gönle oturduğunu sansın ve neşelensin…
Hadi yapın da, o, merhametin ve şefkatin parametrelerini kendi gönül reostasıyla hisseden çocuk kucağınızda rahat etsin. Haydi; sizler de eli tezek kokan bir fakirin toprak damlı evine girip çocuklarının yarı sümük bulaşmış yüzlerine baka baka sofrasından yemek yiyin.. Yiyin de anlayalım ne kadar merhamet dolu iklimin insanları olduğunuzu.
İşte Arınç, Gül ve diğer bazı AK Partililer de bu diktatör yaftasıyla ma’lül olmuş olmalılar ki, ister istemez bazı kelimeleri ağızlarının kenarından sıçratıyorlar. Hâlbuki siyasette, geldikleri yer de, durdukları yer de önce Allah sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın sebebiyledir. Onların hiçbirisi olmasa, Tayyip Bey, tamamen sıfırdan bir ekiple yeniden yola çıkıp, partiyi iktidara getirir. Onların tamamı, Tayyip Beysiz, onun onayı olmayan bir partiye ancak %5 oy aldırabilirler.
BAŞKANLIK SİSTEMİ OLMAZSA OLMAZ MI?
Bin yıl dünyaya nizam vermiş, dünyaya adalet ve insan onurunu korumanın ne olduğunu göstermiş bir milletin çocukları olarak, eğer, tarihteki gibi yeniden şaha kalkmak, baş olmak, İslam Dünyasında akan bu kanı durdurup ümmetin birliğini sağlamak, dosta güven düşmana korku salabilecek konuma gelmek istiyorsak “Başkanlık” şarttır.
Cumhuriyetle birlikte elde ettiğimiz kazanımlar yanında, maalesef kaybettiklerimiz de çoktur. O kayıpları yeniden telafi etmek, şarktan garba yeni bir medeniyet inşasında bulunmak istiyorsak Başkanlık sistemine geçmemiz farz-ı ayındır. Ama bu söylediklerim büyük düşünenler içindir, derdi ve davası olanlar içindir. Bütün davası ve derdi tuvaletle mutfak arası bir hayattan ibaret olanlar, sadece koltuk bizde olsun, kasaları boşaltalım, biz de sükse yapalım davasında olanlar, TRT de yayınlanan Diriliş dizisindeki Selcan Hatun gibi intikam duygularıyla yanıp tutuşanlar, sadece fitne çıkarır, sadece tahrip ederler. Bir yanda inşa edenler diğer yanda imha edenler…
Başkanlık sistemi, koalisyon dönemlerini bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömecek bir sistemdir. Koalisyon dönemlerinin Türkiye’siyle son on üç yılın Türkiye’sini mukayese ettiğimizde her şey anlaşılır.
Başkanlık sistemi, Cumhurbaşkanlığı makamıyla hükümet arasındaki zıtlıkları ve uyumsuzlukları da ortadan kaldırır.
Unutulmamalıdır ki bu ülke bir cumhurbaşkanı seçebilmek için meclisinde yüz on altı tur seçim yapmış, seçemeyince de 12 Eylül darbesini yaşamıştır. Yine unutulmamalıdır ki,367 garabetiyle ve onun çevresinde dönen tartışmalarla ülkemiz nice fırsatları kaçırmıştır. El âlemin böyle bir derdi yok. Onlar kızağı yağlamış, gemiyi kızağa koymuş okyanusa açılırken ve somonunu büyütürken biz, ‘nasıl engelleriz, nasıl aşağı indiririz’ tartışmalarıyla, sistem tartışmalarıyla kan kaybediyoruz. Olan da bize oluyor. Tuzu kuru olanlar için dert değil ama bunların peşine takılan orta sınıf, ‘bizim mahallenin’ insanlarına ne oluyor anlamıyorum?!
SON UHUT SAVAŞI
Uhut Savaşı İslam Tarihinin en ders alınması gereken savaşlarındandır. Hz. Peygamber Ayneyn Geçidine elli okçu yerleştirmiş ve “Savaşı kazanalım veya kaybedelim; benden ikinci bir emir gelmeyince yerinizi terk etmeyin” demiştir. Ancak savaşın ilk safhasında Müslümanların saldırısıyla püskürtülen müşrikler geri dönüp kaçarken bu elli okçudan kırk tanesi: “Bedirde olduğu gibi burada da savaşı kazandık. Gidip ganimet toplayalım” diyerek peygamberin emrine uymamış ve bunu gören pusudaki iki yüz kişilik müşrik grubu arkadan dolanarak Müslümanları iki ateş arasında bırakmıştır. Böylece galipken mağlup duruma düşen Müslümanlar çok sayıda şehit vermişlerdir.
Türkiye AK Parti hükümetleriyle çok güzel bir sıçrama ve kalkınma dönemine girmiştir. Lakin AK partide de bir metal yorgunluğu gözlenmektedir. Üç dönem kuralıyla yetmiş vekilin yenilenecek olması, taze bir başbakan ve genel başkanın partiyi yönetiyor olması kan değişimi açısından bir fırsat ve umuttur.
Bu kalkınma grafiğinin devam etmesi gerekmektedir. Bunun için milletin tasvibini kazanacak bir vitrinin milletin önüne konulması gerekmektedir. Ancak durum ne kadar böyledir?
GİRESUNDA VEKİL LİSTELERİ VE ÖP BABANIN ELİNİ
Üzülerek söylemeliyim ki AK Partinin vekil listesi millette bir heyecan uyandırmamıştır. Listede Nurettin Canikli’nin boşluğunu dolduracak bir sıralama söz konusu değildir.
Espiye’den Eynesil’e, Güce, Doğankent, Yağlıdere, Çanakçı gibi yedi ilçe; yani Giresun’un yarısını temsil eden bir bölgede yine mahrumiyet ağıtları yakılır olmuştur.
Bu seçimde mutlaka bu ihmalin bir karşılığı olacaktır.
Sanki Giresun; Merkez- Keşap/Dereli/Bulancak üçgeninden ibaret küçük bir havza olarak düşünülmüştür. Alucra’dan, Eğribel Geçidinden, Aksu vadisinden Piraziz’e kadar bir il… Hangi akıl bunda etken olduysa 7 Hazirandan sonra eseriyle öğünebilir.
Nurettin Bey’in Giresun’a hizmetleri, kim ne derse desin unutulmayacak boyuttadır. Onun boşluğunun dolmadığı yerde Giresun geri gidecektir.
Parlamenter demokrasilerde milletvekili, yürütmenin değil yasamanın temsilcisidir lakin bizim gibi yapısal meselelerini tamamlayamamış ülkelerde vekil, yasamadaki görevinden daha çok yürütmeye müdahil olmasıyla bilinir ve o meyanda çok şey beklenir kendisinden. Nurettin Bey, gerek plan ve bütçe komisyonu başkanlığı göreviyle, gerekse partinin kurucuları arasında yer alması hasebiyle birçok hizmetin Giresun’la buluşmasını sağlamıştır. Mevcut listedeki arkadaşların her biri edepte, dürüstlükte, ahlakta, vatan ve milletseverlikte, sadakatte asla leke taşımayacak evsafta mümeyyiz arkadaşlardır. Her biri orta halli veya fakir köylü çocuğudur. Halden bilir.
Becerikli olmak ayrı bir meziyettir. Halkın aradığı da budur.
Benim, partinin, partililerin, genel merkezin ne düşündüğü kadar bunun halktaki karşılığını da dikkate almak gerekirdi.
Ama ne olursa olsun, bu burukluk ve kırıklık psikolojisi atlatılıp koalisyonlara memleketi teslim etmemek için bu defa da: “Devam inşallah” demek hem vatanseverlik hem de geleceğimizi kazanacak en önemli adım olacaktır.
Allah korusun; Eğer Ak Parti tek başına iktidar olamayacaksa, CHP ve MHP nin de vekil sayısı hükümet kurmaya yetmeyeceğinden, ya HDP yi de içine alan bir koalisyon kombinezonuyla karşı karşıya kalınacak; bu formüle MHP evet derse HDP ye verilen bakanlıklar tamamen PKK lılarla dolacak ya da MHP bu formüle razı olmayacak ve memleket eski Türkiyedeki perişan günlerine geri dönecektir. Aynı durum, Ak Parti-HDP koailsyon ihtimalinde de söz konusu olacaktır.