Gelecek Partisi lideri Davutoğlu, iktidarı hedef alan açıklamalar yapan organize örgüt lideri Sedat Peker üzerinden iktidara sert sözlerle yüklendi. "Her gün bir başka alanda Pandora’nın kutusu açılıyor" diyen Davutoğlu, "Daha düne kadar iktidar yandaşlarınca şeref misafiri olarak ağırlanan birisi şimdi aynı iktidar tarafından suç örgütü lideri ilan ediliyor" sözlerini kaydetti.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin gündeme ilişkin görüş ve önerilerini  kamuoyu ile paylaştı.

Davutoğlu'nun gündeminde İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa'da ibadetlerini gerçekleştiren Filistinlilere yaşattığı vahşet ve organize örgüt lideri Sedat Peker'in iktidarı hedef alan açıklamaları vardı. 

Peş peşe yayınladığı videolar ile hem kamu görevlilerini hem de siyasetçileri hedef alan Sedat Peker'in iddiaları ile ilgili İçişleri Bakanlığı'ndan gelen "Yine organize suç faaliyeti tespit ettik" açıklamasını işaret eden Davutoğlu, "Şimdi sormak lazım: Ne değişti? Hangi iktidar-içi mücadele, hangi çıkar çatışması, hangi kaygılar dün Cumhurbaşkanı ile samimi pozlarda resim çektirebilen birini bugün kırmızı bültenle aranan statüye dönüştürdü?" diye sordu.

Davutoğlu'nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

Cuma akşam ezanıyla birlikte, Kudüslü Müslümanların namaz kıldıkları esnada ses ve gaz bombalarıyla Mescid-i Aksa’ya yaptıkları vahşi saldırı, İşgalci İsrail’in zalimliğini dünyanın gözleri önünde bir kez daha tescil etmiştir. 

İSLAM DÜNYASININ EN MAHREM ALANINA...

Saldırıda Mescid’e iftarını açmak için gitmiş olan yüzlerce masum Filistinli yaralanmış ve İslam dünyasının en kutsal ve mahrem alanına tecavüz edilmiştir.

Her Ramazan ayında İşgal rejiminin Mescid-i Aksa’ya yönelik gerçekleştirmeyi alışkanlık haline getirdiği bu provokasyonları şiddetle kınıyor; tarihte olduğu gibi bugün de İslam dünyasının kanayan yarası Filistinli kardeşlerimizle dayanışma içinde olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Yeryüzündeki bütün Müslümanları ve farklı inançlara saygılı bütün insanları derinden yaralayan bu saldırı karşısında uluslararası toplumun ve İslam dünyası liderlerinin verdiği tepkiler maalesef caydırıcılıktan uzak ve yetersiz kalmıştır.

Maalesef Sayın Cumhurbaşkanının ve hükümetin verdiği tepkiler de hamasi nitelikli açıklamalardan ve tutarsız tavırlardan ibaret kalmıştır.

Saldırının yaşandığı anlarda yaptığımız açıklamada kınama yanında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve diğer siyasi liderleri ortak tavır almaya davet etmiş ve dört adımlık bir eylem planını hayata geçirme çağrısında bulunmuştum:

TBMM’nde bütün partilerin katılımı ile ortak bir açıklama yapılarak toplumumuzun ortak hissiyatının dile getirilmesi;

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kudüs Komitesi Başkanı Fas Kralı Muhammed ile temas kurarak komiteyi acil toplantıya çağırması;

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kudüs’teki kutsal mekanlarla ilgili olarak uluslararası hukuk nezdinde yetki sahibi olan Ürdün Kralı Abdullah ile temas ederek istişarelerde bulunması ve ortak bir tavır için çağrıda bulunması;

BM nezdinde 1948 yılında kurulan, atıl olmakla birlikte hala yürürlükte olan ve Türkiye, ABD ve Fransa’dan oluşan BM Kudüs komisyonu başta olmak üzere ilgili bütün BM mekanizmalarını harekete geçirecek diplomatik girişimlerde bulunulması,

BUNUN HESABINI SORACAK MISINIZ?

Bu çağrımıza rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan somut adımlar atmak yerine hamasi nitelikli konuşmalar yapmakla yetinmiştir. Daha da acısı, dış politikada son dönemde artık kanıksanan ilkesi ve tutarsız tavırlardan biri daha sergilenmiş ve Türkiye’nin İsrail nezdindeki Maslahatgüzarının Mavi Marmara katliamı döneminde Genelkurmay Başkanı olan şimdiki İsrail Dışişleri Bakanı Gabi Askenazi’nin verdiği iftar yemeğine ülkemizi temsilen katılmasına onay verilmiştir. 

Ayrıca Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı da aynı günlerde Ankara’daki İsrail maslahatgüzarını makamında ağırlamıştır. Filistinli kardeşlerimizin Mescid-i Aksa’da dökülen kanları pahasına işgalcilere direnirken, onların onur timsali olarak gördüğü ve bağırlarına bastığı aziz albayrağımızın işgalci saldırganların sofrasının hemen yanında dalgalanması hepimiz için yüz kızartıcı bir tablo oluşturmuştur. 

Süleyman Bülbül: Hangi vijdana, hangi hukuka sığar? Süleyman Bülbül: Hangi vijdana, hangi hukuka sığar?

Mescid-i Aksa feryat ederken böylesi bir davete katılan Müslüman ülke temsilcileri de tarih ve Müslüman toplumlar nezdinde hesap veremeyecekleri bir skandala imza atmışlardır.

300'ü aşkın Filistinli kahraman kardeşimizin yaralandığı olaylar sürerken Mescid-i Aksa Vakfı Başkanı Ömer el-Kisvani Harem-i Şerif’in hoparlöründen “Ya Rabbi Selahaddin nerede? Selahaddin Nerede? Bize Selahaddinini gönder. Biz direnenleri zalimlerin insafına terk etme! Canımız kanımız Aksa’ya feda olsun” diye feryat ederek İslam dünyası liderlerine sesleniyordu: “Onurunuz nerede?”

Ben de şimdi Cumhurbaşkanına sesleniyorum:

“Siz iç kamuoyunu ve Mescid-i Aksa hassasiyetini yüreklerinde taşıyan geniş kitleleri tatmin etmek için Ankara’da İsrail’i terör devleti ilan ederken, İsrail’deki maslahatgüzarımızın sizi temsilen işgalcilerin kanlı iftar sofrasına şerefli al bayrağımızla katılma onursuzluğunu bize yaşatma talimatını kim vermiştir?”

Bunun hesabını soracak mısınız?

ERDOĞAN VE BAHÇELİ'YE DOĞU TÜRKİSTAN TEPKİSİ

Kudüs’teki zulme en azından sözlü olarak tepki veren Cumhurbaşkanı ve iktidar ortağı Bahçeli Doğu Türkistan’daki zulümle ilgili ise sessizliklerini sürdürüyorlar.

Sayın Bahçeli Kudüs açıklamasının arasına utangaç bir şekilde Kaşgar kelimesini koyarak bütün bir Türk dünyasının ve insanlığın feryat ettiği bir zulüm konusunda sessiz kalmasını unutturamaz. 

Bu mübarek Ramazan gününde selam vermenin terör işareti sayıldığı, Uygur erkeklerin toplama kampına alınıp kadınların evlerine yerleştirilen Çinli erkeklerin tasallutuna maruz bırakıldığı, BM raporlarının dahi soykırım olarak tanımladığı uygulamaların yaşandığı Doğu Türkistan gerçeğine gözlerini ve dillerini ama en önemlisi de yüreklerini kapatanlar içerde kimseye milliyetçilik ve muhafazakarlık dersi veremezler. 

İKTİDARA SEDAT PEKER TEPKİSİ

Her gün bir başka alanda Pandora’nın kutusu açılıyor. Daha düne kadar iktidar yandaşlarınca sosyal medyada bir kahraman gibi alkışlanan, iktidar mensuplarınca yurt seyahatlerinde şeref misafiri olarak ağırlanan ve iktidarın sağladığı korumalarla dolaşan birisi şimdi aynı iktidar tarafından suç örgütü lideri ilan edilerek kırmızı bültenle aranıyor ve her gün yayınladığı videolarla ülke gündemini belirliyor.
Şimdi sormak lazım: Ne değişti? Hangi iktidar-içi mücadele, hangi çıkar çatışması, hangi kaygılar dün CB ile samimi pozlarda resim çektirebilen birini bugün kırmızı bültenle aranan statüye dönüştürdü?

'TÜRKİYE 90'LI YILLARA GERİ DÖNDÜ'

Yaşananlar vahimdir. Ortaya atılan iddialar güvenlik bürokrasisi düzeyinde açıklamalarla geçiştirilmenin çok ötesindedir. Bu konuda en üst düzeyde açıklama yapılmak zorundadır. Bu açık bir şekilde doksanlı yılların Türkiye'sine geri dönüştür.

Meşru siyasi aktörler medya ambargoları ile baskı altına alınmışken, şu ya da bu mafyatik kişiler ve gruplar ülke gündemine ağırlık koyuyorsa başta CB olmak üzere herkes “nereye gidiyoruz” sorusunu sormak zorundadır.

Aslında mesele açıktır: Sonu yaklaşan bütün uzun dönemli iktidar süreçlerinde görüldüğü gibi iktidar-içi bir mücadele yaşanmaktadır. Tünelin sonu görünmeye başladığı içindir ki herkes tünelin sonuna ulaşmadan mümkün olan en büyük güç tahkimatını yaparak kendisini emniyete alma çabasındadır.  

Son dönemden artan ve artık yüzsüzlüğün had safhasında normalleştirilen yolsuzlukların ana sebebi de budur. Her alana sirayet eden otoriterleşme sarmalı içinde hızla hep birlikte kaybetmeye doğru ilerliyoruz. Tüm kötücül taraflarına rağmen, salgının dayanışma ruhumuzu artıracak, ortak yasımız da olabileceğine dair ümitlerimizi yok etmeyi de elbirliğiyle başardılar."

Editör: TE Bilişim