Depremin ayak sesleri.



Depremler 1999 yılı ağustos ayından bu yana,yaşamımızın bir parçası haline geldi.

Her an deprem oldu olacak diye gözümüz avizelerde bekler dururuz.

Marmara bölgesi ve Kuzey Anadolu fay hattı yeniden çatırdamaya başladı.

Marmara denizinde olabilecek 7.5 ölçeğinde bir deprem Azrail'le randevu saatini bekler gibi kapımızda bekliyor.

Bu durumda ne yapabiliriz? Olay çok basit eski binaları yıkacaksın depreme dayanıklı binalar yapacaksın.

Çünkü öldüren deprem değil ,öldüren çürük binalar.

Herhangi bir çayır çimen üstünde çadır içinde yatan bir insanın deprem korkusu olmaz.

Hatta deprem çayır çimen üzerinde eğlenceli bile olabilir.

Korkunun kaynağı deprem değil, yıkılan binalar olduğunu artık herkes biliyor.

Bilimsel açıdan herkes biliyorki,depremler olmasa dünya bu kadar güzel ve yaratıcı olamazdı.

Depremler olmasa, dünyanın canlılığı biterdi.

Bu durumda nasılki Allah korkusu yerine yüreklere Allah sevgisi aşılanması gerekiyorsa, deprem korkusu yerine de deprem sevgisi aşılamak gerekiyor.

Biliyoruzki, ülkemizin %92 si canlı hareketli depremlerin olduğu kuşak üzerinde.

Fay hatlarının yerlerini değiştirmemiz mümkün olmadığına göre, yüreklerimizdeki deprem korkusunu sevgiye dönüştürmek zorundayız.(gerçi biz onu da yaptık.Belediye meclis kararıyla ilçe içinden fay hattının yerini değiştirdik.Hangi ilçe lütfen bakınız.))

Bunun için de, beyinlerimizi bilime aklın yaratıcılığına teslim edip sağlam binalar ve sağlıklı yaşam alanları yapmak zorundayız.

1999 yılı depreminden sonra yapılan binaların sağlam olduğunu söyler dururuz.

Bu binalar gerçekten demir ve beton açısından ileri seviyede mesafe kat ettiğini kabul ediyoruz.

İki eksik var, işçilik ve denetim.

İnşaatlarda çalışan işçiler vasıflı bilgili insanlardan oluşmuyor.

Bu gün kim daralır bunalırsa en kolay iş bulma ve çalışma alanı inşaattır.

Oysa inşaatta hata yapan bir işçi veya kalfa o hatasının sonucunda elli altmış kişinin ölümüne sebep olmaktadır.

Bu işçi kazayla bir ameliyathaneye girse ve hata yapsa bir kişiyi öldürür.

Bu gün böyle bir işçi kazayla ameliyathaneye girse ve böyle bir hataya neden olsa herhalde gazetelere manşet,televizyonlar birinci haber olur.

Oysa aynı işçi vasıfsızlığıyla inşaatta çalışır ve hatalar yapmaya devam eder,bunun haberi bile yapılamaz.

Yani inşaatta çalışan işçileri eğitimden geçiremedik,inşaatların denetimini iyi yapamadık.

Bir önceki yazımda değinmiştim.

Yapı denetim kanununda iş veren parayı verir ve parayı verdiği yapı denetim şirketine ''Gel beni denetle'' der.

Parayı verip ''Gel beni öldür'' benzetmesi yaparsak abartmış olmayız.

Bu sakat mantık dışı yapı denetim kanunu bu haliyle devam edemez devam etmemeli.

İşçiler vasıfsızlıktan vasıflı inşaat işçisi konumuna getirilirse ve yapı denetim kanunu değiştirilerek denetim firmaları denetim bedellerini ve ödemelerini bağımsız bir kurumdan alırsa, inşaatlar daha kaliteli hale gelecek ve deprem korkusunun yerini deprem sevgisi alacaktır.

Çünkü vatandaş oturduğu binada bir kaç kez deprem yaşadığında, binasının sapa sağlam yerinde durduğunu ve hayatın akışında hiç bir değişiklik olmadığını görürse, depremi korkuyla değil sevgi ve özlemle bekleyecektir.

Bunun içinde bilime kulak veren,bilim sevgisini yüreklerinde taşıyan, aklını kullanan nesiller yetiştirmeliyiz.

''Deprem Allah'tan, benim alın yazımda depremde ölmek varsa, buna bir şey yapamam'' diyen bir anlayışın egemen olduğu topluluklar depremlerde topluca ölmeye devam edecektir.

Yıllardır halkın tepkisizliğinden, haksızlıklar karşısında suskunluğundan ve zamma, zulme karşı alanlara çıkmamasından şikayet eden kesimler var.

Bu kesimlerin yapacağı bir tek şey var.

Her şehrin belediye anons aletlerini ele geçirip ''iki saat sonra deprem olacaktır herkes evlerini terk edip açık alanlara ve meydanlar çıksın'' demeleri.

Malumunuz bir tek anons bütün Trakya şehirlerini ve Çanakkale'yi sokağa dökmeye yetti.

31 mayıs GEZİ PARKI eylemlerinin birinci yıl dönümü.

Sahi milyonlarca insan neden alanlara dökülmüştü,onları eyleme geçiren güç kimdi,neydi bilen var mı?