Toplumsal gelişim süreci içerisinde dilenciliği, köleci toplumun sona erişi ve feodal toplum düzeninin kuruluş dönemi arasındaki o geçiş çizgisi içine yerleştirmek sanırım yanlış olmaz.

İnsanların direkt köle olarak tutsak edilmesi yerine, toprağa bağlı köleliğin yoğunlaşmasıyla birlikte marabaların kendilerini ve ailelerinin doyuramadıkları bir dönemde; ağadan, kahyadan ek un, gıda gibi temel ihtiyaç maddelerini talep etmeleri ve onların da dini ritüellerin en yoğun yaşandığı bu dönemlerde hayır olsun diye bu taleplerini bir avuç un, iki avuç pirinçle cevaplamaları ile sadaka denilen olgunun toplum hayatına girdiği görülmektedir. 

Kapitalizmin dünyada egemen olmaya başlamasıyla birlikte kol emeğini, artı değerini satan işçiler, dilenmek yerine gerektiğinde mücadele etmek, grev yapmak, patronu ve hatta iktidarı devirmek gibi toplumsal hareketlerle daha iyiye gidilebileceğini gördüler ve bu yolu seçtiler. Ama dilencilik bitmedi… İşsiz ve siyasi literatürde “lümpen proleter” olarak değerlendirilenlerin bir kısmı dilenmeyi sürdürdüler.

Kapitalizmin, insan hakları, sosyal devlet, çağdaşlık gibi kavramlarla tanıştığı ve uygulamaya konulduğu batılı ülkelerde dilenciliğin, zaman içinde minimum seviyelere düştüğü ve değişik boyutlar kazandığı görüldü. Hiçbir şey vermeden el açmak yerine, sokakta müzik yaparak, mendil satarak gelir elde etme dönemi başladı.

Ancak, kapitalist ülkelerde devletin halkın önemli bir kesimine bir tür sadaka vererek, iktidara bağlama çabaları, 20’nci yüzyılın ortalarından sonra feodal yapının da kısmen sürdüğü Ortadoğu, Güney ve Güneydoğu Asya’daki ülkelerde yoğun olarak görülmeye başlandı. Ülkemizde de son 50 yıldır ama özellikle son 10 yılda hızla artarak devlet eliyle halka sadaka dağıtılması ve karşılığında dua değil, oy beklenmesi dönemine tanıklık edilmektedir. Devlet, siyasi iktidarlar halka gıda maddeleri, odun, kömür hatta kimi zaman beyaz eşya dağıtmakta herhangi bir sakınca görmemektedir.

Bu tür sadaka sisteminin o denli hedefi 12’den vurduğu, bazı uyanıklar tarafından net olarak görülünce de eskiden, Kızılay,Çocuk Esirgeme Kurumu gibi devlet kontrolündeki hayır kuruluşlarının da hızla özelleştiğini görmekteyiz. Bir yanda tüm dünya üzerinde sadakaya dahi çok ciddi boyutta ihtiyacı olan geniş kitleler, diğer yanda da öbür dünyayı unutmamalarına rağmen kazançlarının ne denli “hayırlı” olduğunu en iyi kendileri bilen “zenginler” olunca, yaşamak için sadakaya, cennet için “hayra” ihtiyaç duyanlar arasında özel köprüler oluşturulmaya başlandı.

Deniz Feneri Derneği Almanya’da mahkûm oldu, Türkiye’deki davaları ise unutturulmaya, kamuoyunun gündeminden uzak tutulmaya çalışılıyor. Deniz Feneri’nin açtığı yolu takip eden bazı “hayırseverler” yeni dernekler kurarak Suriye’deki açlığın, soğuktan korunmanın çaresi olma iddiasında büyük reklamlar eşliğinde kampanyalar düzenliyorlar. Ben, işini gücünü bırakarak, büyük organizasyonlar kurup, birçok insan istihdam ederek ve reklam harcamaları yaparak kurulan bu derneklerin nedense sadece “hayır” yapmak için bu işe soyunduklarına nedense inanamıyorum.

Hayır yapmak önemli, insanlara yardım etmek çok önemli, gerektiğinde bir ekmeği bölüp paylaşmak da önemli… Ama dünyadaki, komşularımızdaki, ülkemizdeki açlığa, yoksulluğa, barınmaya, soğuktan ve sıcaktan korunmaya yönelik, sadaka sisteminden başka bir sistem devreye sokulamaz mı? Mesela silahlanmaya ayrılan bütçeler kısılamaz mı? Mesela daha çok istihdam yaratmak, daha çok insanı iş sahibi yapmak üzere bazı ekonomik tedbirler alınamaz mı? Mesela tüketim toplumu olmanın yanı sıra, tüketimin makul seviyelerde tutulup paylaşımcı toplum olmak adına ekonomik, kültürel girişimlerde bulunulamaz mı?

Artık, insanlara sadaka vermek yerine insanlara iş vermek, savaşları sona erdirmek, silahlanmayı yok etmek zamanı geldi de geçiyor… Ama bunun olması için sadaka isteyen insanların bundan vazgeçerek iş istemesi, savaşların sona ermesini talep etmesi gerekiyor… Bu geniş kitleye bu taleplerin önemini anlatabilmek ve harekete geçirebilmek için de ciddi programlar üreten bir sol veya sosyal demokrat partiye ihtiyaç var…
Peki, siz Türkiye’de sadece bu hedef doğrultusunda dahi mücadele eden, siyaset yapan ve halka da sesini duyurmayı becermiş. bir parti biliyor musunuz?