Eyüp Sultan

Annem ve babamın mezarı Eyüp'te.Eyüp'te stadın yanına arabamızı park ettikten sonra yürüyerek mezarlığa çıktık.Çocukluğumun bir kısmının geçtiği(9-12 yaş arası)Eyüp hamamının arka sokağından geçip yokuş yukarı mezarlığa yöneldiğimde mahalleden arkadaşım Kenan'la karşılaştım.
Yaklaşık kırk yıl görmediğim Kenan'ı hemen tanıdım.O beni tanımadı.''Senin adın Kenan'mı?''diye sorduğumda ''evet beyim'' dedi.Kenan aynı mahalleyi hiç değiştirmeden elli bir yıl oturmuştu.
Bu süre içindede çeşitli işlerde çalışmış,şu anda da Eyüp mezarlığında mezar ziyaretine gelenlere yardımcı oluyor ve mezarların otlarını temizliyor,toprağını çapalıyordu.
Kenan ile geçen çocukluk anılarım bir anda tek tek gözümün önüne geliverdi.Ağlamak ve gülmek arasında gidip gelen anılar.Kendisi bizi takip etti ve mezarın başına kadar geldi.''siz gidin beni beklemeyin,ben daha sonra mezara hem toprak getiririm,hemde mermerlerini yıkarım'' dedi.
Hala bana ''beyim''diyordu.Ben dönüp''kardeşim Kenan ben bey falan değilim,seninle kuru domates ekmeği mezar kenarlarında paylaştığın Mehmet'im bırak beyi falan'' diyemedim.Arkadaşlık kırk yıl öncede kalmıştı.
Hatırlamanın dışında çocukluğa dönmek kırk yıl önceyi tazelemek o masum duyguları tekrar yakalamak çok kolay olmuyordu.Kenan'dan ayrılırken telefonunu aldım ve kartımı verdim.
Mutlaka görüşelim dileğiyle mezarcılık yapan çocukluk arkadaşıma veda ettim.Eyüp mezarlığından ,hamamın arkasında bulunan ve oyun oynadığım sokakları gezdim.
Aynı taşlar ve sokak yapısı yerinde duruyordu.Kadriye teyzenin ve öz teyzemin oturduğu ahşap evlerde yerinde duruyordu.Evler boştu ve bakımsızdı.
Eyüp hamamı yerli yerinde duruyordu.On yıldır tamirat devam ettiği halde hamam yıkık dökük yerinde duruyordu.(''Patron Çocuğu'' adlı kitabımda bu hamamı ve teyzemin ahşap evini geniş bir şekilde anlatmıştım)
Satı abinin köşedeki pastanesi kapanmış yerine dönerci dükkanı açılmıştı.Karşısında bulunan manav ise yerinde bile yoktu.Tek yerinde kalan ve 1881 yılından bu yana faaliyeti hiç durmayan fırındı.
İlk çocukluğumun somun kokularını bulmak için önünde durdum ve bekledim.Somun kokusu yoktu.Hatta ekmek kokusu bile yoktu.
İslambey yolu üzerinde 1960 yılından bu yana devam eden güveççi yerinde duruyordu.Çocukluğumun yoksul günlerinde ara sıra elime geçen bir lira ile güveç yediğim dükkanın önünde durdum ve uzun uzun güveçleri seyrettim.
Eşime ise güveçleri neden seyrettiğimi anlatmak için dil dökmek zorunda kaldım.Dükkandan güveç aldım ve ilk lokmada çocukluğuma döneceğimi sandım.
Güveç tadı aynıydı ben ise çocukluğuma dönemedim.Oradan hamamın önüne geçtim boyacı Mahir'i hayal ettim.Yerinde yoktu kim bilir hangi mezarlığın hangi köşesinde huzur içinde yatıyordu.
Ben fakirlerin ve ezilen insanların öldüklerinde huzuru yakaladıklarına inanırım.
Ne kadar bakarsam bakayım hiç bir şey çocukluğa dönmüyordu.Oradan Eyüp Sultan camisinin iç avlusuna geçtim.1968 yılında da insanlar bu avluda arayış içindeydi,şimdide arayışları devam ediyordu.
İnsanlar Allah'a ulaşmak,sıkıntılarına Eyüp Sultan aracılığıyla çözüm bulmak için oradaydı.Türbe üzerinden sorunlarını çözme istekleri kırk  bir yıldır hiç değişmemişti.
Ağırlaşan sorunlarına çare ve çözüm arayan insanların, çözümü türbelerde arama isteklerini saygıyla karşılamanın ötesinde yapılabilecek bir şey olmadığına inanmışımdır.
İnanç tartışılmaz ve yargılanamaz düşüncesiyle cami iç avlusundan arka tarafta bulunan türbenin ön bahçesine geçtim.
Bu türbenin ön bahçesi ve ortada duran dilek taşı(sadaka taşıda olabilir) çocukluğumuzun oyun alanıydı.Şu anda ise dilek taşı yerinde yoktu.İyikide yoktu,çünkü taşın üzerine insanlar çıkardı, orada kuyruklar oluşurdu.
Allah'tan istemek yerine,sorunlarına çözüm aramayı dilek taşı ve türbede arayış sebeplerini ilahiyatçılara ve sosyologlara bırakmak en iyisi..
Şimdi ise bahçe boştu.Boş bahçede taş üzerinde saatlerce çocuksu oyunlar oynardık.Düşündüm,hangi oyunları oynadığımızı ve o kadar süreyi kuru taş üzerinde nasıl geçirdiğimizi hatırlayamadım.
Eyüp Sultan yüz yıllardır yerinde duruyordu.İnsanlar ise devir devir yer değiştiriyordu.İnsan ömrünün milyarlarca yıllık dünya ömrü içinde bir nokta bile olmadığını düşününce bu kadar kinin,nefretin ve hırsın insan olanın taşıyabileceği bir yük olmadığına olan inancımı tekrarladım.
Çünkü,çocukluğumda tanıdığım bildiğim,Eyüp Sultandaki bir çok insan yok olmuş yepyeni insanlar nöbeti devralmıştı.Eyüp'ün hemen tepesinde mezarlıkta yatan yüz binlerce insan da bu gün tekrar yaşama dönmüş olsalardı,onlarda insanları daha çok severler ve yaşamın bu kadar büyük hırslara feda edilemeyecek kadar önemli olduğunu anlatırlardı.  Saygılarımı sunuyorum.   mehyuceer@hotmail.com