Öyle garip bir adamım ki ben, yeri gelir sakız ambalajlarında yazan fallara inanırım. Geçen hafta bir tanesini daha okudum. Yaz gelir denize gidersin, çiçekleri kendine neşe edersin, seni bekleyen biri var, gelecek yanına göreceksin. Evet, yazılan fal aynen buydu. Ben heyecan için okudum bütün bu kelimeleri. Düşünün bir, yaz gelir diyor ki, ben bunu okuduğumda haziranın başıydı, yani yaz geliyordu. Sonra denize gidersin diyordu ki, ben her yaz muhakkak sadece dizlerimi sokmak usulüyle de olsa bir denize girerim. Neyse devam edeyim; çiçekleri kendine neşe edersin; yahu kardeşim sen nerden biliyorsun benim fesleğen büyüttüğümü? Öyle severim ki çiçeğimi, toprağını eşeler, suyunu gün be gün eksik etmem. Arada kuruyan yapraklarını koparır, çöpe atmaya kıramaz kitaplarım arasında saklarım. Severim anlayacağınız fesleğenimi. Evime oda parfümü almam, fesleğenim yeter evin her köşesini mis gibi kokutmaya.
İşin buraya kadar olan kısmı halimi anlatıyordu, devamı ise geleceğimden haber veriyor. Bakın şimdi en başta anlattığı şeyler hayatıma birebir uymasa geri kalan kısmını ciddiye almaz, sallar geçerim. Ama evvelin tutması sonrasının tutacağına dair ümit besletiyor insana. Seni bekleyen biri var, şu sözün güzelliğine bakar mısınız? Bekleyen biri var hem de beni bekleyen biri var. Sizi bekleyen birinin olması ve bunu bilmeniz ne muhteşem bir şey değil mi? Hayat seni sevenlerin ve seni bekleyenlerin olduğu sürece güzel değil mi? Yoksa yalnızlık nereye kadar? Birde beni bekleyen kişi, her akşam “oğlum nerde kaldın, yine nereye gittin böyle” diyerekten beni beklediğini anladığım annem değil. Bunu nerden mi anladım, cümlenin devamından; ne diyor falcı, gelecek yakında göreceksin. Benim annem sabahtan akşama evdedir. Ancak alışveriş yapma vakti geldiğinde dışarı çıkar, birde bayramda seyranda, ha cenaze olduğu zamanda çıkar, bakayım bazen parka hava almaya da gider. Durun bir dakika, annem meğerse ne çok çıkarmış dışarıya? Oysa ben onu hep evde buluyorum. Ortada bir kargaşa mı var yoksa ben mi saçmalıyorum, şu an net bir cevap veremeyeceğim ama neyse.
İşte efendim, ben bu falı okuduktan sonra tam bir hafta bekledim durdum. Neyi beklediğimi iyi biliyorsunuz. Evet, bana gelecek olan, beni bekleyini bekledim. Başlarda kendi kendime; “arkadaş sen madem o kadar bekledin, bak ben şimdi evdeyim gelsene artık, yok illa beni de bekletecek, herhalde biraz intikam almaya çalışıyor” diye düşünmedim de değil. Sonuçta gelecekti ya, beni bu yalnızlıktan, bu acıdan, bu hasretten kurtaracaktı ya, gerisini kim umursar? Ben bekledim, tam dört gece beş gün bekledim. Ama gelen olmadı. Sonra defalarca falı okudum. Dedim belki ben yanlış anladım ama değil aynen böyle yazıyordu. Bekle, bekle sıkılırken, fazlaca düşünmekten olacak, artık iyi düşünememeye başladım. Bir zaman sonra dedim; “acaba bu sakız, annemin sakızı mıydı?” Açıklayayım, annem ve ben sakız çiğnemeyi çok severiz. Ama onun sevdiği sakızlar ile benimkiler farklı. Ha, ben arada, benim sakızı kalmayınca, bakkala gitmekten de üşenirsem, hemen gizli bir ajanın ustalığıyla annemin sakızlarını sakladığı çekmecenin başına tüner sonra çaktırmadan bir kaç tane aşırırım.
Hani ben o kadar bekledim o sözde beni bekleyen de gelmeyince dedim yoksa bu sakız benim değilde annemin mi? O zaman şöyle bir durum çıkıyor; sakız benim değil anneminse falda bana değil annemeydi. Arkadaş yoksa fallar bana oyun mu oynuyordu? Sonra kim annemi bekliyormuş, annem kime kavuşacakmış? Arkadaş elimi kana bulatmayın benim! Ne oluyor, ne istiyorsunuz benden? İyice inceledikten sonra anladım ki sakız annemin değil bana aitmiş. Neyse şüphelerim sona erince ben yine başladım beklemeye. Bekle babam bekle. Bir ara pencere kenarına konan güvercinlerden medet umdum. Hani dedim, belki beni bekleyen zaman bulamadı ya da gecikecek de bana kuşlarla mesaj yollayacaktır diye düşündüm. Ama bütün güvercinlerin ayaklarına dikkatlice bakmama rağmen, hiçbir şey göremedim. Hatta bazen güvercinlerin benimle “guk guk” sesleri çıkararak alay edip, kahkaha attıklarını düşünmedim de değil. Beş günün sonunda ben beklemekten vazgeçtim.
Ondan iki gün sonrada babamın askerden arkadaşı Halil abi geldi. Uzun uzadıya sohbet ettiler babamla. Ben de severim Halil abiyi, ne zamandırda görüşmemiştik. Onun gelmesiyle de ben hadiseyi unutmuştum. Taki birgün babamla evin giriş kapısında karşılaşıp, aramızda geçen ilginç mükameleye başlayana kadar. Babamı ilk kez ağzında sakızla görmüş ve çok şaşırmıştım. Bilmem şaşkınlıktan mı yoksa hoşuma gitmesinden midir, nedir gülmeye başladım. Babam; “ne oluyor kerata” diye biraz sitem eder oldu ama nafile, kahkahayı bastım gitti. Tam kapıdan çıkacaktım ki babam bana seslendi. “Hey oğlum, bana bak, bundan sonra annenin sakızlarını aşırırken dikkat et! Çünkü benim sakızlarım da annenin çekmecesinde duruyor. Sakın ha, bir yanlışlık yapıp benimkileri araklama sonra karışmam. Zaten şimdiden bir kaç tene eksilmiş fark etmedim sanma!”
Ben bunları duyduktan sonra şaşırayım mı, üzüleyim mi bilemedim. Demek ki, ben annemin değil babamın sakızını araklamıştım. Ve kısmete bakın ki, o da benim sevdiğim sakızlardan almış. Demek fal onundu ve beklediği adam Halil abiydi. Zaten o gelmeden önce babam da ona gitmeyi düşünüyordu ama rahatsızlığından dolayı gidememişti.
Şuna bak arkadaş, kırk yılın başında bir fal tutsun, o da benimki değil babamın ki olsun!