Fatih’in naaşı türbesinde değilmiş! Kabri başında dualarla yad edildi ama Sultan Fatih’in naaşı aslında nerede?
İstanbul’umuzun Fatihi Sultan Mehmed Han’ın türbesini ziyarete gelen bazı ziyaretçilerden zaman zaman ilginç sorular ve tespitler gelir; “Fatih Sultan Mehmed’in naaşı burada mı?”
“Gerçekten burada mı medfun” “Cami mihrabının altında medfunmuş öyle mi?” “Şu kitapta şöyle bilgi var” “Falan mecmuada şöyle okumuştum” vs.
Cevaplandırılması zor ve veballi sorular. Ne demek lazım? Doğruyu söylemek gerekirse; bilmiyorum. Yıllar yılı hep bir merak konusu olmuştur. Kimi mihrabın altında medfun olduğunu iddia etmiş, kimi değil demiş.
Kimi türbe az gerideydi demiş. Ve’l-hasıl çok söylenmiş, yazılmış ve çizilmiş. Sonuç olarak o büyük hükümdar bu makamda medfun. Yüz metre ileride, yüz elli metre geride. Ne fark eder.
Farz edelim öyle, ne değişecek. O artık sayısız gönüllerde taht kurmuş bir sultan. Cennet mekan Firdevs-i Aşiyan...
Padişahın emri ile bir ekip mezara girmiş: 1766 senesindeki depremde civarındaki yapılarla birlikte harab olan türbe kısa zamanda onarılmış. Bu büyük onarım sırasında türbenin ilk yerine göre daha ileriye alındığı hususunda iddialar var.
Buna göre Fatih Sultan Mehmed Han Türbesi daha ileri bir noktaya yeni baştan inşa edildiğinden Fatih Sultan Mehmed’in kabri de şimdiki câminin mihrâbı altında kalmıştır.
Halbuki bazı yeni araştırmalara dayanan bir iddiaya göre Fatih Câmii’nin kıble duvarı ileri alınmamış, türbe de eski yerinde ve ilk binanın temelleri üzerine kurulmuştur. Yaygın bir söylentiye göre Sultan Fatih’in naaşı, türbeden câminin mihrâbı altına kadar uzanan bir dehlizin sonundaki bir mezar odasında bulunmaktadır.
Bir rivâyete göre Sultan II. Abdülhamid Han zamanında padişahın emri ile bir ekip mezara girerek cesedin altındaki tabutluk tabanını değiştirmiştir.
[Boğuluyorum... Beni kurtarın!] Reşad Ekrem Koçu “Osmanlı Padişahları” adlı kitabında bu konu hakkında şu bilgileri aktarmaktadır
“İkinci Abdülhamid devrinde, bir yıl, Fatih semtinden geçen ana su yolları patlamış geniş bir sahada evlerin bodrumlarını su basmış, semt halkından birkaç kişi de rüyalarında Fatih Sultan Mehmed’i görmüşler, “Boğuluyorum... Beni kurtarın..” demiş.
Rüyalar kahvehâne sohbetlerine düşmüş, hafiyeler de saraya jurnal vermişler. Bu gibi şeyler üzerinde çok hassas olan Abdülhamid büyük ceddinin kabrini gizlice açtırmağa karar vermiş, bu işi de gayet gizli yapılması şartı ile Fatih İtfaiye Kumandanı Mehmed Paşayı memur etmiş.
O da, gördüklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine güvendiği kimselerle işe başlamış.
Türbede sanduka kaldırılmış, kabir açılmış, fakat üç metreden fazla derinliğe inildiği halde Fatih Sultan Mehmed’e ait hiçbir iz bulunamamış.
Nihayet karşılarına bir demir kapak çıkmış, kapağı kaldırınca bir taş merdiven görmüşler.
Merdiven gayet büyük bir mahzene iniyormuş, mahzenin ortasında büyük bir mermer yahut profir masa, onun üstünde aynı taştan bir lâhit, lâhidin kapağını açmışlar, içinde Fatih’in mumyasını bulmuşlar..
Yüz, ölümünden birkaç yıl evvel Gentile Bellini tarafından yapılmış portresindeki simayı tamamen andırıyormuş..
Keyfiyet Abdülhamid’e arz edilmiş, o da, her ne sebepten ise, mahzen yolunun bir daha girilemiyecek şekilde kapatılmasını emretmiş.
Fakat Mehmed Paşa bu tarihi sırrı muhafaza edememiş, Damad Şerif Paşaya nakletmiş, Şerif Paşa da Yahya Kemal’e söylemiş.
Bu nâçiz muharrir, Yahya Kemal’den dinlemiştim.
Meseleyi semtin eskilerinden tahkik edeyim dedim, bu sefer de şöyle bir rivayet ile karşılaştım: Fatih Sultan Mehmed türbesindeki sandukanın altında değil, camiin mihrabı altında yatarmış.
İmamlar okudukları Kur’anda kaza eseri yanılırlarsa, derinden bir ses gelir, hatayı düzeltir imiş. Hoş, güzel bir halk inanışıdır.”
Hızır Aleyhisselam’ın el izi mi?
Hazır sırası gelmişken bu konuya da değinelim istedim
Fatih Sultan Mehmed Türbenin giriş kapısının sağ tarafında, pencerenin hemen altında bir avucun sığacağı büyüklükte bir oyuk var. Burası yüzlerce rivayete göre Hızır Aleyhisselam’ın el iziymiş.
Kaynakları didikledim ama herhangi bir bulguya rastlayamadım. Hatta bir keresinde Emin Saraç Hocaefendi’ye bu konuyu danışmış ve kendisinden bizzat “bilmiyorum” cevabını almıştım.
Hal böyle iken daha fazla üstünde durmak istemedim. Ama bilinsin diye paylaşmak istedim.