İki dil değil, dört dil!



Çil yavrusu gibi dağılan ‘Ümmet’ coğrafyasının fertleri; zorlama ve baskılarla yapılmaya çalışılan homojenliğin ceremesini çekmektedir. Ortada ümmet diye bir şey olmadığı halde bu fertleri ‘Ümmet’ diye bir birine bağlamak; günümüzde eski adetlerle evlilik yapmaya benzer…

Uzun süredir ümmet ve kardeşlik tartışmaları yapılmakta… Bu tartışmaları sükûnet ve dikkatle takip ediyorum. Hayretler içindeyim. Olmayan bir şey nasıl yok edilebilir ki? Olmayan bir şeyin bölünmesini veya korunmasını savunmak… Faraza, varsa deyip farazi hükümlerin ötesine varmak… Aldatmak…

Ulemanın büyük bir kısmı yazılarında olmayan bir 'Ümmet’ fikrini yok etmek için ellerinden geleni yapmakta. Kimileri, Kürt halkının ezilmişliğini olmayan ‘ümmet'e mal etmeye hatta İslam'a mal etmeye çalışıyor iken, kimisi de Kürtlerin hak talebini o olmayan ‘Ümmet’e halel getireceği için haram sayıyor…

Hep söylediğim bir şey vardır: Komünüzim ve komünist olmak, demokrasi ve demokrat olmak nasıl aynı şey değilse; islam ve Müslüman, din ve dindar da aynı şeyler değildir…

Bu bağlamda, bir Müslüman’ın birisini aldatmasını veya hakkını gasp etmesini Kur’ân’a veya İslam’a mal etmek enteresan değil midir?

‘Ümmetin’ gövdesini oluşturan Arap, Fars, Türk ve Kürt halklarının âlimleri, bu ırklara mensup bireylerin, ümmetin dağılması adına yaptığı hataların ortağıdırlar… Zira âlimler toplumun ‘tuzu’ olduğu kadar, ölü toprağı yeşerten yağmur misali ölü kalpleri de diriltenlerdir… Yüz yıllarca bir ırk tarafından diğer bir ırkın fıtri hakları yasaklanırken, zalim ırka karşı hakkı haykırmayan âlimlerin bugün çıkıp ümmet elden gidiyor feryatları abesle iştigaldir…

Ama tüm bu yanlışlara rağmen yapılmaması ve unutulmaması gereken bir husus da şudur: Şayet ümmet ve bu ümmetin ana unsurlarını oluşturan ırklar bugün bu durumda ise bu, İslam'dan kaynaklanan bir durum değildir... Bilakis İslam'ı, ümmet'i yanlış anlamış ve buna rağmen kendini İslam'a nispet edenlerden kaynaklanan bir durumdur…

“Bizi aldatan bizden değildir” diyen peygamberin (s.a.s), “Mümin, aynı delikte (bir yılan tarafından) iki defa sokulmaz” hadisini çok iyi okumak gerekir…
İki dil değil, dört dilli yaşam…

Coğrafyamın unutulan İncileri: Melayê Cezerî, Ahmedê Xanî, Feqîyê Teyran ve Cegerxwîn. Evet, Mevlanaya mukabil Melayê Cezerî, Mevlana için Şems ne ise Yunus için o derecede olan Taptuk’a mukabil Ahmedê Xanî, Yunus Emreye mukabil Feqîyê Teyran ve Nazım Hikmete mukabil Cegerxwîn desek belkide küçümsemiş oluruz bu büyük incileri…

Bunları hazmederek anlamak ve algılayabilmek için bu büyük manevi/bilge kişilikleri yakından tanımak gerekir. Bunu da tek bir yazıda derlemek/anlatmak, zorun da ötesinde bir şey olsa gerek.

Ahmedê Xanî, bireyin ve toplumun huzur, barış ve selametinin Allah’a iman ile Hz. Peygamber (s.a.s) ve sahabelerine muhabbetten geçeceğini vurgulamıştır. Xanî, yaşanan sıkıntı ve problemlerin halkla iletişime geçilemediğinden kaynaklandığını, halkın sahipsiz kalmasından dolayı da sorunların büyüdüğünü ifade etmiştir. Ama ne yazık ki Xanî: ‘Hayatında anlaşılmayan ve ölümünden sonra kıymeti anlaşılan’ şahsiyetler arasında yer almanın ötesinde ‘farklı’ bir özelliğe sahiptir. Zira Xanî’in eserleri, yok sayılan ve yüz yıllarca yasaklanan bir dil ile yazıldığı için ‘Ümmetdaşlarınca’ bile bilinemedi ve sahiplenilemedi…

Firdevsi'nin Şehname, Shekaspeare'in Romeo ve Juliet ile Nizami'nin Leyla ve Mecnun eserlerinin düzeyinde ve evrensel nitelikte olan Mem û Zîn isimli bir aşk eseri de yazan Ahmedê Xanî’in, nasyonalist sığlığın ötesinde; bütün insanlığa mal olmuş bir Kürd filozof ve bilgesi olarak anlaşılması gerekmektedir. Bu anlaşılmanın gerçekleşmesi durumunda en büyük kazancı ümmet için Xanî’yi yasaklayan ümmetçiler elde edeceklerdir.

Aslında “Tek bilge dört dil” de olabilirdi yazının başlığı. Zira Xanî’yi böylesi bir şiirinden dolayı anlatmak ve hatırlatmaktı maksadım… Diğer Kürd âlimleri gibi Xanî de hiçbir zaman Kürd, Türk ve Arap ayırımı (ırk ayırımı) yapmaksızın herkesin onurlu bir yaşam yaşaması gerektiğini anlatmıştır. Herkesin birlikte, kardeşçe ve Müslüman’a yakışır şekliyle yaşamasını vurgularcasına ümmetin ana unsurunu oluşturan dört halkın dilini aynı anda bir şiirinde işlemiştir.”

Xanî’nın dört dilde yazdığı o şiirini dikkatinize sunuyorum:

1. Kıta

(A)- Fate ‘umrî fî hewake ya hebîbî kulle hal

(F)- Ah û nalem hem dem şod der fîraqet mah û sal

(T)- Ger benim kanım dîlersen çokden olmıştır helal

(K)- Dîn û ebter bûm ji eşqê min nema ‘eql û kemal

2. Kıta

(A)- Ente fikrî fî fûadî ente rûhî fil cesed

(F)- Leşkerê xemhayî to mulkê dilem wêranî kerd

(T)- Dade geldim ‘eşk elinden isterım senden meded

(K)- Wan Tataran birne yexma eql û dîn û mulk û mal

3. Kıta

(A)- Tale xemmî zade hemmî şa’e sirrî fil mela

(F)- Teşneê camê wîsalim çon şehîdê kerbela

(T)- Yoksa sen divane oldin nîce halim ey dila

(K)- Ya ji nûve eşveyek damin hebîba çav xezal

4. Kıta

(A)- Buttû hacîren hebîbî leste minnî alîmen

(F)- Her dem ez derdê fîraqet xafîlem ez halê men

(T)- Can û dilden ‘erdî kıldım halimî canane men

(K)- Ji ‘erdî hala min tû xafil qet ne pûrsî ‘erdî hal

5. Kıta

(A)- Hel lena min nî’metin veslilhebîbî min nesîb

(F)- Oftadem berderet bîçare sergerdan xerîb

(T)- Derdimız çok lê kî senden öte yok hîç bîr tebîb

(K)- Ey tebîbê min dewaê derdê Xanî her wîsal

Xanî’nın bu tavrı, sıradan bir şey olarak algılanabilir ama: Şayet ümmetin gövdesini/iskeletini oluşturan diğer ırkların âlimleri de; Xanî’nin bu hassasiyetine göre davranmış olsalardı, bugün yaşadığımız sorunları yaşamıyor olabilirdik belki de…