“Ex Post - Ex Ante Demokrasi Tanımı:
Bilindiği gibi birçok demokrasi çeşidi var; klasik, temsili, çoğulcu, liberal, sosyal demokrasi gibi kavramlar. Doğu Asya demokrasilerini inceleyen yazar Jeeyang Rhee Baum, Responsive Democracy: Increasing State Accountability in East Asia (Taleplere Duyarlı Demokrasi: Doğu Asya’da Devlet Hesap Verebilirliğinin Artması) adlı kitabında demokrasileri iki gruba ayırıyor. Ben de bugünkü yazımda bu iki demokrasi tanımından bahsedeceğim. Ex-post demokrasi ve Ex Ante demokrasi. Ex post demokrasilerde politikaları liderler oluşturuyorlar. Halk bu politikaların sonuçlarından memnun kalırsa tekrar seçilebiliyorlar. Sonuçlar kötü olursa bir sonraki seçimde seçilemiyorlar. Ama halkın, iktidarı oyları ile başa getirmesine rağmen yürütülen politikalar hakkında söz söyleme hakkı olmuyor. Kararlar alınıyor, yürütmeye giriyor, halkın ise tek yapabildiği bir sonraki seçimi beklemek. Bu aslında temsili demokrasi tanımı. Ex Ante demokrasilerde ise vatandaşlar hangi politikaların oluşturulacağında söz hakkına sahipler.
Ex- post’dan ex-ante demokrasiye geçişi en iyi gösteren örneklerden biri Güney Kore. 1987 den 1995 e kadar, Güney Kore’nin demokratik yollardan seçilmiş hükümetleri ülkenin en büyük nehrinin üstüne, etkilenecek insanlara hiç danışmadan barajlar inşa ettiler. Yerel yönetimlerin, bölgedeki sanayicilerin, çiftçilerin, köylülerin fikrini almadılar. Çünkü o zamanlar ex-post demokrasi uygulanıyordu. Dönemin Finans Bakanı baraj inşaatından bölgede etkilenecek grupların görüşlerinin alınmasının çok zaman kaybettireceğini oysa inşaatın en kısa sürede tamamlanarak ekonomik kayıpların önlenmesi gerektiğini açıklayarak inşaatları başlatıyordu. Tahmin edileceği gibi her türlü muhalefet susturuldu. Böylece 1987 de seçilen hükümet Baraj Projesini 1991’de, planlanan sürede bitirdi. Bu esnada karşılığında tazminat ödese de 1800 kişiyi yerinden etmişti.
1997 yılına gelindiğinde bu kez iktidarda olan hükümet Tong Nehri üstünde başka bir proje yapılacağını duyurdu. 1990’lı yılların başlarında çıkmış olan demokratik yasalarla güçlenmiş olan artık karşı çıkma hakları olduğunu bilen sivil toplum kuruluşları(STK) derhal protestolara başladı. Bölgedeki vatandaşların çoğu baraj inşaatını istemiyordu. Bu sefer muhalefeti susturmak yerine, iktidar toplumdan gelen baskıya cevap verebilmenin yollarını aradı. Çevreci uzmanların da içinde bulunduğu hükümet - sivil çalışma ekibi kuruldu. Bu ekip projenin durdurulmasını tavsiye edince Başkan Kim Dae Jung baraj projesini durdurdu.
10 yıl süresinde ne olmuştu da demokratik cevap bu kadar farklı hale gelmişti. İlk örnekte demokratik yollardan seçilen bir hükümet vatandaşlara hiç danışmadan, onları dinlemeden, muhalefeti bastırarak bildiğini okuyor. İkinci örnekte ise demokratik yollarla seçilen hükümet baraj inşasını bekletiyor, bir çalışma ekibi kuruyor, vatandaşların taleplerini dinliyor ve onların istek ve tavsiyelerine uyup projeyi durduruyor. Bunun cevabı demokrasinin olgunlaşması, sağlamlaşması ve sivil toplumun güçlenmesinde yatıyor.
Demokrasinin ilerleme döneminde geçilen yolları da özetleyelim:
Kurumsal demokrasiden, duyarlı demokrasiye geçiş
Güney Kore’de 1961 yılında başa gelen otoriter Park hükümeti milli güvenlik bahanesiyle özgürlükleri ve katılım haklarını kısıtlamış, sendikaları kendi kontrolüne geçirmişti. Eline geçirdiği kaynakları kendi kararları ile dağıtıyor, kendi eliyle sosyal yardımlar sağlıyordu. Sadece kalkınmayı kendi tekeline almakla kalmamış, toplumsal alanı da kendi yönetimi doğrultusunda etkilemeye çalışıyordu.
İktidara yakın organizasyonlar vergi indirimleri ve diğer bazı ayrıcalıklara sahipti. Uzun süre yukarıdan aşağıya doğru sağlanan menfaatler hükümetle yardım alanlar arasında yolsuzluğa açık ve danışıklı döğüş bir ilişkiye dönüştü. Bu ilişki ağına girmemiş olan diğer sivil gruplar ise çok dar bir alanda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Aslında otoriter dönemde ekonomik kalkınma hızlanmış, Güney Kore orta sınıfı büyümüş ve sosyal yapısı da değişmişti.
Ancak sosyal kısıtlamalar çevre sorunları, tüketiciyi koruma veya kadınların katılımı gibi yeni ortaya çıkan meselelere karşı çözüm üretemiyordu. Hükümet bu grupları yanına çekmeyi denese de bunda başarılı olamadı. Sivil grupların otonom faaliyetler yürütmesi için rejimin demokratikleşmesi şarttı. STK’lar demokratikleşmeyi gerçekleştirmek çabaları içinde bir müddet sadece kendi faaliyetlerine odaklanmayı bıraktılar, hepsi ortak bir hedef arkasında birleşti: demokratik olmayan rejimden kurtulmak.
Park hükümeti döneminin sona ermesinden sonra (1979) demokratikleşme süreci başladı.
Sivil toplum birçok günlük sosyo-ekonomik sorunla mücadele etmeye başladı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, arazi paylaşımı, konut, eğitim ve çevre, tüm toplumu ilgilendiren meseleler en başta gelen sorunlardı. Alternatif politikalar ürettiler. Sivil toplum hareketleri artık STK şeklinde örgütlenmeye başladı.
Ancak halen doğrudan katılımcı bir demokrasi sağlanamamıştı. 1980’lerde bu sivil toplum hala daha demokratik yasaların çıkarılması talebiyle çabalarına devam ediyorlardı.
Hükümetleri kararlarında sivil toplumun onayını almak zorunda bırakan yasalar 1990’ların başlarında nihayet çıkmaya başladı. Yasaların değişmesi bu yeni ex ante demokrasiyi ülkede yerleştirdi.
Artık hükümet ne kadar zaman kaybı olursa olsun projeden etkilenecek her kesime danışmadan bir tuğla bile koyup proje başlatamazdı. 1990’dan önceki hükümetlerin sivil topluma kulak asmaması sadece oy vermemeyle sonuçlanabilirdi. Ama 90’ların ikinci yarısından itibaren vatandaşlar karara doğrudan katılarak bir baraj inşaatını durdurabiliyorlardı. Vatandaşlar artık sadece kimin hükümet olacağını belirlemiyor, verilen kararlara da katılabiliyordu.
Toplumdan yükselen bu ses kurumsal demokrasiden, duyarlı demokrasiye geçildiği anlamına geliyordu.
Doğal olarak sadece inşaatları önlemekle kalmıyor artık Güney Kore sivil toplumu. Birçok konuda, birçok kesimde çok sayıda STK olarak örgütlenen sivil toplum insan haklarından, çevre, yoksulluk, yardımlaşma, kadın, genç, istihdam gibi konularda politika önerileri geliştiriyor, hükümetleri gözlemliyor, kontrol ediyor, eleştiriyor. İleri demokrasinin yerleşmesinde 1990’ların ilk yarısında çıkarılan yasalar kadar önemli bir rol oynuyolar. Yasalarla desteklenmiş güçlü bir sivil toplum, doğal ve ekonomik kaynakların kullanılmasında ve adaletli dağıtılmasında, yolsuzluk ve adaletsiz uygulamaların önlenmesinde son derece önemli. Örneğin 2000 yılında 500 STK birlikte hareket ederek yolsuzluğa bulaştıkları için kara listeye aldıkları adayların % 70’inin seçilmesini önlemişler.
Özetle, Güney Kore’de totaliter bir rejimden ileri demokrasiye geçiş 30 küsur yıla yayılan bir dönem. Bu dönemin baş aktörü ise sivil toplum. Öncelikle diktatörlük rejiminden kurtulmak için birlik olmuş. Demokratikleşme başladıktan sonra da ileri demokrasiye geçiş için gerekli yasaları çıkartmak için uğraşmış.