İslam ve biz



Çünkü islam, kendinden önceki dönemi cehalet dönemi olarak tanımlayan ve o dönemin anlayışını benimseyip devam edenleri de cahil olarak adlandıran bir peygamberin tebliğ ettiği dindir. Ayrıca islamın hedefi mazi değil müstakbeldir.

İşte tam da bu anlayış perspektifinde İslam ile yenilenlere ve bu yenilenmeyi arzulayan bireylere ne mutlu...

İslam Peygamberi ( s.a.s.) ifade etmiştir ki "İmanın en güçlü olanı zalime karşı hakkı haykırandır."

Rabbimizden en büyük dua ve temennimiz de; bizi Bel’am’lardan yazmamasıdır.

Birçok kişi vardır ki, hakkı batıl belleyip haktan yüz çevirmiştir. Bir o kadarı da batılı hak belleyip batıla sımsıkı sarılarak onun ardından canını verircesine gitmektedir.

Artık anlaşılmalıdır ki, yeni ve güçlü bir toplum, sadece siyaset adamları tarafından değil ancak ve ancak siyaset adamları ile birlikte sanatçılar, fikir ve din adamları tarafından meydana getirilecek olan kolektif bir akıl ile oluşturulabilir. Bu gerçek ihmal edilemeyecek kadar zaruri bir önem arz etmektedir. Zira halimiz ve coğrafyamız ortada… “…İşleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar… 42/38” dan da bu kolektif akıl kast edilmiştir belkide.

Bir şeyler yapılmalı…

Bilgi, iman ve sevgi eyleme dönüşmeli… Zamanı gelmedi mi?

Zamanı geldi, tam zamanıdır işte, şimdi yapılmazsa ne zaman yapılacak?

Bir sivil toplum örgütü oluşturulmalı ve onunla insanlara ulaşmalı...
Altını çizerek söylemek isterim ki, bu sivil toplum örgütü bir ırkın veya inancın hak ve değerlerini savunan bireylerden oluşan bir dernek, oluşum, cemaat, bir camia değil de, ‘insan’ noktasında fıtri olan tüm hak ve değerleri savunan; insanlarla ilgili ve ilişkili olmalıdır. Kısacası muhatabı insanlık olmalıdır.

Bölgemizde özellikle bu son gelişen hadiseler bizi bu yazıyı yazmaya sevk etti.

Biz buna el atmasak da, bunu gerçekleştirecek vicdan ve izan sahibi olan birileri ortaya çıkacak ve bu önemli meseleye el atacaklardır. Peki, neden biz (ben, sen, öteki) öncü olmayalım?

Zaman nutuk zamanı olunca dağları dağların üzerine deviriyor veya tuz buz ediyoruz. Fakat eylem zamanı geldiğinde ise, “Peki… Bilmem… Gerek… Ama… Lakin…” gibi kelimelerle başlayan cümlelerin arkasına sığınıyoruz.

Bir davanız, bir idealiniz, ülkünüz olmalı… Ancak bu ideal dünya gibi değersiz bir şey olmamalı…

Biz kimiz ve neyiz? İdeal ve ülkümüz nedir? Şayet olsa da, ne olmalı?

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. 3/104” unvanı ile seçilmiş olan “Orta ümmetin ufku nereleri görmeli ve ne olmalıdır?

Birileri kendilerini koruyan birlikler veya topluluklar kudururken, neden bu seçilmiş “Orta Ümmetin böylesi bir derdi olmasın!

Bunların cevabını bilebiliyor muyuz acaba veya böyle soruların cevabını doğru dürüst verebilecek miyiz? En önemlisi; bu sorular bizim ajandamızda var mı, yok mu?

Zamanımızı oturmakla geçirmemeliyiz. Zaman çok gaddar ve acımasızdır, gelip geçiyor. Şimdiye kadar zaman, kendisini ihmal eden hiçbir kimseyi affetmemiştir. Bir kenara savurup atmıştır.

Ne kadar da güzel ifade etmiş İmam Şafii: “Hakla meşgul olmazsan, batıl seni işgal eder.” İfade acı ama bir o kadar da düşündürücüdür. Hiç düşündük mü acaba, kimin işgali altındayız, diye? İşgal sadece manda veya sömürgeci birliklerin esareti altına olmak mı?

Ardımızda kalacak bir şeyler olmalı; dikili bir ağaç, bir eser ya da iyi-faydalı bir çocuk! Bu illaki göz önünde olacak bir şey(maddi) olmalı demiyorum, bir inanç-anlayış, zihniyet ya da topluma ekeceğimiz bir şuur olabilir…

Biz bir hareketin belki habercisi ve işaretiyiz. Fakat estirdiğimiz bu rüzgârla, birçok şeyi yan yana getirerek bu neşvünema ile onların büyük bir enerjiye dönüştürülmelerine belki de vesile olabiliriz, neden olmasın?

Çiftçinin işi sadece tarlaya tohumu serpmektir, diğer kısmı ise yağmur ve toprağa kalmıştır. Daha doğrusu Allah’a kalmıştır.

Bizi ötekiden ayıran ve bizi biz yapan sade ve orijinal kişilik ve yanlarımız olmalı.

İman ideal ister. Mümin idealisttir. İdealimiz nedir? Acaba bir idealimiz var mıdır?

Acaba böyle yaşayıp böyle mi öleceğiz? Çok iyi bilinsin ki; böyle yaşarsanız böyle de ölürsünüz?

Ne demişti âdil insan Hz. Ömer: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız ve yaşadığınız gibi inanırsınız.”