Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz günlerde Moskova’da korkunç bir IŞİD saldırısı oldu. Zihnen mağara devrinden kalma olduğu izlenimi veren caniler, bir konser salonunu basarak rastgele açtıkları ateşle 150’ye yakın kişinin canını aldılar, bir o kadar kişiyi yaraladılar. Binayı da ateşe verip kül ettiler.
Bütün halkların bu canileri lanetlemesi beklenirdi ve öyle de oldu. Olay, dinci fanatizmin dünyanın başına bela olduğunu göstermesi bakımından da ibret vericidir. İnsanlığın bu yarasının nasıl tedavi edileceği de henüz keşfedilmemiş görülüyor.
Sanıkları yakalama teknikleri Rusya’da da oldukça gelişmiş olmalı ki Putin’in servisleri, IŞİD’lilerın bir kısmını yakaladı. Sorguya aldı. Bununla ilgili fotoğrafta görünenler de kan dondurucu idi. Sanıkların yakalandıklarında adam akıllı haşat edildikleri anlaşılıyordu. Birinin yüzü gözü şişmiş, biri ise sandalyeye bağlanmış olarak baygın duruyordu, gözlerini açamıyordu!
Sakın hiç kimse “caniler bunu hak etmişler, üzerinde durmaya değmez” demesin. Putin bile, bu manzarayı görünce, sanıkların kanunlara göre sorgulanmasını polis müdürüne söylemiş.
Bir topluluğun uygarlık düzeyi, sanıklara karşı tutumuyla ölçülür. Hangi suçu işlemiş olurlarsa olsunlar, sanıkların nasıl sorgulanacağı, mahkûmiyet kararlarının nasıl yerine getirileceği yasalarla belirlenmiştir. Kimse kendini bu kurallara uymaktan muaf tutamaz. Bunu yapanlar hoş görülemez.
Bizim tarihimizde de sorgusuz infazlar çok görülmüştür. Cumartesi Anneleri yıllardır kaybolan evlatlarından haber soruyor. Kenan Evren rejiminin Diyarbakır Hapishanesinde uyguladığı işkence ve insan onuruna yakışmayan davranışları unutulmuyor.
BİR ÇOCUĞUN TANIKLIĞI
Aşağıda, bizim Kurtuluş Savaşımızda işlenen bir linç hareketini o tarihte 10 yaşında olan bir çocuğun tanıklığından aktaracağım. (Adnan Ergeneli, Çocukluğumun Savaş Yılları Anıları, İstanbul-1993, İletişim Yayınları, s. 175)
Adnan Ergeneli, 1922’de şehrin kurtuluşundan hemen sonra buraya mutasarrıf olarak atanan Hilmi Bey’in oğludur.
“Bir gün okulda derste iken, dışardan korkunç bağrışmalar duydum. Pencereden bakanlar kalabalık bir insan grubunun yerde bir şey sürüklediğini gördüler. Hepimiz, öğretmenlerin de dersi olduğu hâlde dersi yarıda bırakıp sokağa fırladık. Sokakta bir ceset sürükleniyordu. Meğer Yunan işgali sırasında Yunanlılarla iş birliği yapmış ve Türkleri çok kötü durumlara sokmuş olan hain bir mahalle imamıymış. Bu hoca savaş kazanılınca kaçıp köylerden birine sığınmış fakat o sırada saklandığı yerde yakalanıp jandarmalarla Kütahya’ya getirilirken halk onu tanıyıp etrafında toplanmış. Saldırıp adamı jandarmanın elinden almışlar. Hemen taş, yumruk, bıçak, sopa ve tekmelerle adamı yere yıkmışlar. Ve ağzından gem gibi bir ip geçirmişler, bağıra çağıra tozlu yollara sürüklüyorlardı. Kimisi taş atıyor, kimi de bir bıçak saplıyordu. Kan içindeki vücudu ve yüzü tozlara bulanmıştı. Galiba kulaklarını da kesmişlerdi. İple çekip sürükleyerek cansız cesedini çarşının ortasındaki kalın dalına bacağından baş aşağı astılar. Böylece biz de bir adamın linç edildiğini gördük. Korkunç bir manzaraydı. Hıyanetinin cezasını halk pek acı bir şekilde vermişti.”
Bu olay için kimse “iyi yapmışlar, ellerine sağlık” demesin. Böyle bir söz insanların içindeki vahşeti açığa vurmakta başka bir şey değildir. Medeni toplumların suçluları cezalandırmak için yaptıkları yasaları olur. Nitekim, Kurtuluş Savaşı yıllarında ihaneti görülmüş insanlar eğer yurt dışına kaçamamışlarsa kanun karşısında hesap vermiş ve cezaları kesilmiştir. Gazeteci Ali Kemal, Kuvayı Milliye’nin azılı bir düşmanı idi. İstanbul’dan kaçırıp Ankara’ya götürülürken İzmit’te Ordu Komutanı Nurettin Paşa tarafından linç ettirilmesi bir leke olarak kalmıştır. İzmir Metropoliti Hırisostomos da aynı biçimde linç ettirilmiştir. Bu gibi eylemler, uygulayıcıların yurtseverliğini değil, vahşetini gösterir ve linç edilen lehine bir acıma duygusunun doğmasına da neden olur.
Örneği Kurtuluş Savaşından vermemin nedeni, en haklı olduğumuz bir davada ve zamanda bile, kanunun ve insanlık değerlerinin dışına çıkmanın yanlış olduğunu anlatmak içindir.
Sakın “Oh olsun, iyi yapmışlar!” demeyin. En korkunç suçları işleyenlerin bile adil yargılama hakları olduğunu, vücut bütünlüklerine dokunulamayacağını kabul edin.
1960’lı yıllarda Adapazarı çevresinde bir çoban, bir İngiliz turiste saldırmış, galiba ırzına geçmişti. Çobana fena halde işkence yapmışlar. Avukat Mehmet Ali Aybar (Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı) bu işkenceye açıkça karşı çıkmıştı. Galiba yalnız o karşı çıkmıştı. Çünkü o bir sosyalistti… (28 Mart 2024)