Yılın ilk günü tüm memurlar için tatildi. Bende sabahtan akşama evde televizyon başında pineklemek yerine üstüme siyah kalın paltomu geçirdiğim gibi kendimi sokağa attım. Çıkmadan önce de çantamın içine son okuduğum kitap olan Beşir Ayvazoğlu’nun kaleminden çıkma Ateş denizini sıkıştırdım. Belki bir yerlerde mesela Fahri Dayı’nın kahvesinde soluklanmak için oturursam açar okurum diye yanıma aldım.

Kitap okuma farklı bir adettir. Sadece yeni nesil tabirle hobi olarak bakmamak lazım. Benim aklıma hobi deyince, naçizane düşüncemdir, eğlence olsun, ne bileyim vakit geçirmek için olsun yapılan etkinliklere verilen genel admış vehmi geliyor. Ama kitap okumak sadece eğlenmek yada vakit geçirmek için yapılan bir işlev değilki. Kitap okumak, insanların dünyayı daha başka görmelerini sağlayan, daha fazla insanı ve hayatı anlamamıza yarayan değişik bir kapı. Kitap sahibine bazen eğlenceli bir dost, bazen düşünceli bir arkadaş, bazen eğitici bir büyük olabiliyor. Satır aralarında bizi bize anlatan, sayfaları geçtikçe başkalarını da anlamamızı sağlayan bir büyüye dönüşüyor kitap. 
Ben bu düşünceler içinde boğuşurken kendimi önceden de hakkında bahsettiğim kırtasiyeci Nihat’ın dükkanının önünde buldum. Aklımda Nihat’a uğramak yoktu ama dükkanının önüne kadar gelip bir selam vermeden geçmekte içime sinmedi. Boydan boya cam olan kapıyı ittirip içeriye girdim. Nihat uzun masasının başında yine kitap okumaktaydı. Yanılmıyorsam elindeki kitap, Sabahattin Ali’den Değirmen adlı öykü kitabıydı. Beni görünce hemen kapatıp boynuma sarıldı. Hoş beşten sonra bir tabureye ilişip gözlerimi Nihat’ın dükkanındaki bir duvarı boydan boya kaplayan kitapların üstünde gezdirdim. Evvelden beridir almayacak olsam bile kitap satılan mağaza ve fuarları gezerim. İlgimi çeken her kitabı elime alır ve ayak üstü mümkün olduğunca bir kaç sayfa okumaya çalışırım. Nihat’ın raflarında da yeni kitaplar gözüme ilişti. Bunlardan bir kaçını sıralamak mümkün.
Öncelikle en popüler yazarlarımızdan biri olan ve Aşk kitabıyla aylarca diillerden ve ellerden düşmeyen Elif Şafak’ın yeni kitabı Ustam ve Ben gözüme ilişti. Daha önce bir kaç yerde yeni kitabının çıkacağına ve bu kitabında Mimar Sinan’ı konu edeceğine dair malumatlar edinmiştim. Sonra gözüme çarpan bir kaç kitap daha oldu ama içlerinden en çok ilgimi çeken gazetemizde güzide bir köşeye sahip olan Erhan Genç ve daimi dostu olarak bildiğim ayrıca YediKıta gibi emsalsiz bir derginin yayın editörü olan Sinan Harun Tuncer abi ile düzenleyerek ilk kez edebi hayata kazandırdıkları Çok Değil Güzel Yazan Yaşar adlı Cenap Şahabeddin’in önceden yayınlanmamış olan sanat ve debiyat üzerine yazılarından müteşekkil kitabı gözüme ilişti. Kitabın çıktığından hatta daha evvlinden basım aşamasından haberim vardı. Hediye olarak Erhan Genç dostumdan beklediğim için almamış bu nedenle kendimi hediyenin usulünü bozup almaktan korumak içinde pek fazla üzerine düşmemiştim. Ama böyle bir rastlantı sonucu uzun süre üstüne eğilip kaldım.  
Neler yoktu ki içine? Cenap Şahabeddin’i tanıyanlar ya da hiç yoktan Tiryaki Sözleri’ni okuyanlar onun nasıl tatlı bir üsluba ve kıvra bir zekaya sahip olduğunu bilirler. Yayına hazırlayan Erhan Genç ve Harun Tuncer orijinal metne kesinlikle dokunmamış, bazı kelimelerin anlamlarını sayfa sonlarına dip not olarak düşmüşlerdi. Bu titiz çalışmayı ve orijinal metne hiç dokunulmamış olmasını takdir etmemek mümkün değildi. Bu konuya değinince rağbet konusunu atlamak pek doğru olmaz diye düşündüm.
Türkiye’de en çok hangi tür kitaplara rağbet olduğunu merak ettiniz mi hiç? Aslında ufak bir araştırmayla beraber yabancı yazarların yazdığı kitapların aynı sıra yerli yazarlarımıza daha fazla rağbet edildiği görebilirsiniz. Özellikle son zamanlarda tasavvuf ünlülerinin hayatlarını konu alan kitaplara değişik bir koldan aşırı ilginin olduğunu görmek de mümkün. Popüler kültürse bambaşka bir kola sapmış durumda. Bütn dünyada önü alınamayan bir fantatik roman hayranlığı var. Alacakaranlık serileri, Açlık oyunları serileri ve Harry Potter serileri yazarlarına aşırı derecede para kazandırmış ve tüm dünyada en çok satılan kitaplar listesine girmeyi başarmışlardır. 
Ben bunlara dalmışken bir el omzumdan beni dürttü. Arkamı döndüğümde Nihatı’ı gördüm. Üstad kapatacağız ne daldın çay söylemiştim onu bile görmedin dedi. Hakikaten akşam olmuştu.
Ben mi geç geldim yoksa akşam mı erken iniyor yahut zaman nasıl geçti anlamadım mı bilemedim. Sağolsun kitaplar varken insan nerede olduğunu bile unutuyor bazen.