GÜNDEM

Kontrollü Normalleşme süreci başladı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, “Milletimize daha önce söz verdiğimiz şekilde, bugün itibarıyla yeni kontrollü normalleşme sürecini başlatıyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, “Dünyadaki ve özellikle de Avrupa coğrafyasındaki gelişmeleri yakından izleyerek salgınla mücadele stratejimizi sürekli güncelliyoruz. Bu çerçevede milletimize daha önce söz verdiğimiz şekilde, bugün itibarıyla yeni kontrollü normalleşme sürecini başlatıyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.

“28 ŞUBAT SÜRECİNİN ÜLKEMİZE AĞIR FATURALARI OLMUŞTUR”

Toplantıda ele alınan konulara dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Dün siyasi tarihimizin en karanlık dönemlerinden birinin sembolü olan 28 Şubat müdahalesinin 24. yıl dönümünü geride bıraktık. Hiç şüphe yok ki 28 Şubat hadisesi, tıpkı 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi millî iradeyi, milletin değerlerini, milletin bizatihi kendisini hedef alan bir darbe girişimidir. Sandıkla iktidara gelmiş, Anayasa ve yasalar çerçevesinde ülkeyi idare eden meşru hükûmet, bir kısım medyanın, sermayenin, sivil toplum kuruluşlarının da içinde yer aldığı kirli senaryolarla istifaya zorlanmıştır. 28 Şubat sürecinin ülkemize hem hak ve özgürlükler alanında hem de ekonomiden siyasete uzanan geniş bir yelpazede ağır faturaları olmuştur. Sermayenin renklere bölünmesi, esnafından holdingine bu ülke için üreten, çalışan, ihracat yapan şirketlerin ötekileştirilmesi ekonomimizde derin yaralar açmıştır.

Türkiye, tarihinin en büyük soygunlarından birini bu dönemde yaşamıştır. Milletimizin milyarlarca dolar parası bankalar vasıtasıyla hortumlanmış, ülkemiz benzeri görülmemiş bir buhranın içerisine sürüklenmiştir. Anayasal suç işleyenlerle ilgili hiçbir işlem yapılmadığı gibi, darbecilerden brifing alan bir yargı tablosu adalet sistemimize olan güveni sarsmıştır.

Binlerce, on binlerce insanımız sırf inançlarından, fikirlerinden, siyasi görüşlerinden dolayı hukuksuzluğa ve zulme maruz kalmıştır. Ortaokullardan üniversitelere, Kur’an kurslarından camilere, yurtlardan derneklere, hatta vatandaşın kestiği kurbanların derilerine kadar hemen her alanda toplumumuz ağır bir kuşatmayla karşılaşmıştır. Kılık kıyafetinden dolayı okullarından atılanlar, dereceyle hak ettiği diplomasını almak için çıktığı sahneden ağzı kapatılarak indirilen genç kızlar, başındaki örtüsünden dolayı evladının yemin törenine katılamayan anneler, kimliğindeki fotoğraf sebebiyle kanser tedavisi göremeyen nineler 28 Şubat döneminde yaşanan garabetlerden sadece birkaçıdır. Üniversite kapılarına başörtülü kızlarımız için kurulan ikna odaları, bu dönemin alametifarikası olarak milletimizin hafızasına kazınmıştır.

“TÜRKİYE’NİN BİR DAHA BÖYLE UTANÇLAR YAŞAMAMASI İÇİN BUGÜNE KADAR ELİMİZDEN GELENİ YAPTIK”

Dün ikna odalarıyla üniversitelerimizi âdeta Nazi kamplarına çeviren kimi faşist üniversite yöneticilerinin, geçen hafta yayınladıkları bildiriyle özgürlükten bahsetmesi tam bir kara mizah örneğidir. Ne milletimiz ne de üniversite kapılarında gözyaşı döken evlatlarımız bu kirli zihniyetin yaptıklarını asla affetmemiştir, affetmeyecektir. Tarih her türlü baskıya rağmen iradesine sahip çıkanlar ile vesayete selam duranları elbette unutmamıştır, unutmayacaktır.

Attıkları manşetlerle, köşelerinde yazdıkları iğrenç yazılarla, sergiledikleri ilkesiz duruşla darbe şakşakçılığı yapanlar üzerinden değil 24 yıl bin yıl bile geçse alınlarındaki o kara lekeyi asla silemeyecektir. Tıpkı 27 Mayıs’ın, 12 Eylül’ün mimarları gibi bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat’ın mimarları da aziz milletimiz tarafından âdeme mahkûm edilmiştir.

Milletimiz o derin ferasetiyle daha beşinci yılını bile doldurmadan 28 Şubat zihniyetini sandığa gömmüş, Türkiye’de yepyeni bir dönemi başlatmıştır. 3 Kasım 2002 seçimleriyle Türkiye’de vesayetin, cuntanın, millete rağmen iktidar olmanın kapısı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Bu dönemde de 27 Mayıs, 27 Nisan bildirisinden Cumhuriyet mitinglerine, Gezi olaylarından 17-25 Aralık yargı-emniyet darbe teşebbüsüne millet iradesini hedef alan girişimlerin tamamı hezimete uğramıştır.

15 Temmuz gecesi yaşananlar ise, milletimizin istiklal ve istikbalini koruma kararlılığını dost-düşman herkese yazılan tarihî destanla göstermiştir. Milletin kurumlarıyla, değerleriyle, inancıyla kavga edenler, ekmeğini yedikleri vatana ihanet edenler dün olduğu, yarın da kendilerini bekleyen acı akıbetten kurtulamayacaktır. Gerektiğinde canı pahasına iradesine sahip çıkma kararlılığını gösteren milletimiz, bir daha asla yeni 27 Mayıs’ların, 12 Eylül’lerin, 28 Şubat’ların yaşanmasına müsaade etmeyecektir. Türkiye’nin bir daha böyle acılar ve utançlar yaşamaması için bugüne kadar elimizden geleni yaptık, inşallah bizden sonraki nesillere de bu mücadele mirasını devredeceğiz.

“TÜRKİYE’DE MİLLÎ İRADEYİ YENİDEN EGEMEN KILDIK”

Aziz milletim; Türkiye’yi hak ettiği demokratik ve ekonomik gelişmişlik seviyesine ulaştırmak için son 18 yılda attığımız adımlarla millî iradenin üzerine gölgesi düşen pek çok antidemokratik uygulamayı kaldırdık. Milletimizle sırt sırta vererek meydanı Türkiye’yi eski karanlık günlerine döndürmek isteyen darbe heveslilerine bırakmayacağımızı gösterdik. Sivil siyaseti güçlendirerek bürokratik oligarşiyi gerilerek hak ve özgürlükleri genişleterek Türkiye’de millî iradeyi yeniden egemen kıldık. Bu doğrultuda sadece 15 Temmuz sonrası attığımız adımlar dahi başlı başına birer devrimdir.

Cumhur İttifakı çatısı altında hayata geçirdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile tarihimizin en büyük yönetim reformunu milletimizle birlikte ülkemize kazandırdık. Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında hazırladığımız pek çok reform paketini yasama boyutuyla Meclis’te, idari boyutuyla Cumhurbaşkanlığımızda ve kurumlarımızda hayata geçirdik. Bu kazanımları daha güçlü, daha büyük bir atılımla perçinlemek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

“SIFIRDAN BİR ANAYASA ”

Yarın İnsan Hakları Eylem Planımızı kamuoyuyla paylaşacağız. Bu eylem planında dokuz başlık altında yüzlerce faaliyet yer alıyor. Attığımız her adımda olduğu gibi İnsan Hakları Eylem Planı hazırlıklarında da hemen her konunun dönüp dolaşıp darbe Anayasası’nın yol açtığı sıkıntılara dayandığını gördük. Bir süre önce milletimizin takdirine sunduğumuz yeni hazırlama teklifimiz, bu eylem planının da âdeta çatısı, yani tacını oluşturuyor. Biz tüm samimiyetimizle siyaset kurumunun en önemli sorumluluklarından birinin Türkiye’yi ayağına vurulan darbe Anayasası prangasından kurtarmak olduğuna inanıyoruz. Cumhur İttifakı çatısı altında özellikle bu konuda vardığımız anlayış birliğinin ardından yeni ve sivil anayasa meselesini tüm platformlarda tartışmaya açarak herkesin katkısını almak üzere bir yola çıkıyoruz.

Esasen 10 yıldır bu konuyu ülkemizin gündemine müteaddit defalar getirdik. Maalesef bugüne kadar milletimize layık yeni ve sivil bir anayasa hayalimize kavuşamadık. İnşallah bu defa bunu başaracağız. Kendi hazırlık çalışmalarımıza şimdiden başladık. Korkularla, ön yargılarla, ideolojik at gözlükleriyle hareket edersek ne tarih ne de millet bizi affeder. Türk demokrasisinin sıfırdan bir anayasa yapma olgunluğuna eriştiğine kimse itiraz edemez. Yeni ve sivil anayasa çağrımızın bilhassa darbelerden mağdur olmuş farklı toplum kesimleri arasında oluşturduğu heyecanı memnuniyetle takip ediyoruz.

Siyasi yelpazedeki tüm partiler başta olmak üzere bu konuda söyleyecek sözü olan herkesi yeni ve sivil anayasa hazırlanması sürecinde yapıcı bir anlayışla yer almaya davet ediyoruz. Gelin, ülkemizi darbe anayasalarına mahkûmiyet utancından kurtaralım. Gelin, Türkiye’yi tarihinin en kuşatıcı anayasasıyla buluşturalım. Gelin, Cumhuriyetimizin 100. yılını sivil bir anayasa ile karşılayalım. Hiç kimse bu yolda bizimle birlikte yürümese bile Cumhur İttifakı olarak yeni ve sivil anayasa metnimizi tamamlayıp, inşallah milletimizin takdirine sunmakta kararlıyız.

“2020 YILI BÜYÜME ORANIMIZ  EN SOMUT ÖRNEĞİDİR”

Aziz milletim, küresel ekonomi çok zorlu bir dönemden geçiyor. Geçtiğimiz yıl küresel gelir yüzde 3,5 ve dünya ticaret hacmi yüzde 9,6 oranında daraldı. Tarih böyle büyük bir daralma, milyonlarca kişinin işsiz kalmasına, gelir dağılımında bozulmalara ve ülkeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarının artmasına da sebep oldu. Dünyada sadece bir senede 90 milyondan fazla insanın aşırı yoksulluk sınırının altına düştüğü tahmin ediliyor. Bugün hâlâ aşıya ulaşamayan 100’ün üzerinde ülke bulunuyor. Türkiye işte böylesine zorlu bir süreci izlediğimiz planlı, kararlı ve esnek politikalar sayesinde başarıyla yürüttü, yürütmeye devam ediyor. Bugün açıklanan ve yüzde 1,8 olarak gerçekleşen 2020 yılı büyüme oranımız izlediğimiz politikaların başarısının en somut örneğidir. Türkiye büyürken, İngiltere yüzde 9,9 oranında, Hindistan yüzde 8 oranında, Almanya yüzde 4,9 oranında, Japonya yüzde 4,8 oranında ve Amerika yüzde 3,5 oranında küçüldü. Aynı şekilde 2021 yılına iyi bir başlangıç yapan ihracatımız Şubat ayında önceki yılın aynı ayına göre yüzde 9,6 artışla 16 milyar doları aşmıştır. Böylece yılın ilk iki ayı itibarıyla dış ticaret açığımız yüzde 15,3 azalmış ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 82,9’a çıkmıştır. Gelişmeler ihracattaki artışın önümüzdeki aylarda da süreceğine işaret ediyor. Tabii bunlar gerçekten dikkate değer, takdir edilmesi, hatta örnek gösterilmesi gereken başarılardır. Elbette ki biz bununla yetinmiyoruz, bizim için asıl önemli olan ekonomik büyümenin toplumun tüm kesimlerine ulaşması ve büyümeyle birlikte istihdamın da oluşmasıdır. Ancak böyle bir durumda kaliteli ve kalıcı bir büyümeden söz etmek mümkündür. İşte 2021 yılını bu açıdan çok önemli görüyoruz. Hedefimiz her bir vatandaşımıza dokunacak, refahı daha da artıracak, sağlıklı ve istikrarlı bir büyümenin, orta ve uzun vadede güçlenerek sürmesidir. Bu hedefe giden yol fiyat istikrarından geçiyor. Fiyat istikrarı içinde üretken, yatırımlara ve katma değeri yüksek rekabetçi üretime yönelmemiz gerekiyor. Burada da karşımıza verimlilik artışı ihtiyacı çıkıyor.

Bir ekonominin yapısal temelleri ne kadar güçlüyse şoklara karşı direnci de o kadar artar. Bilindiği gibi geçtiğimiz hafta ülkemiz piyasalarında yurt dışındaki gelişmelerden kaynaklanan dalgalanmalar görüldü. Amerika başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin tahvil faizlerinde yaşanan artış pek çok gelişmekte olan ülkeyi etkiledi. Bu tip küresel dalgalanmalar ne ilktir ne de son olacaktır. Bizim için önemli olan bu gibi risklere karşı dirençli, sağlam, kendi mecrasında yürüme gücüne sahip bir ekonomik işleyişi tesis etmektir. Enflasyonu, faizleri ve kuru kontrol altına almış, büyümesini, ihracatını, istihdamını koruyan bir ekonomi bu şokları kolayca savuşturabilir Fakat istikrarının özellikle fiyat istikrarının sağlanmasına, üretken kapasitenin geliştirilmesine, cari açıkla mücadeleye ve mali disiplinin sürdürülmesine bunun için çok önem veriyoruz.

“TÜRKİYE, SALGIN SONRASI DÖNEMİN DÜNYADA YÜKSELEN YILDIZI OLACAKTIR”

Aziz milletim, biraz önce ifade ettiğim insan hakları eylem planımızla eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak ekonomi alanında hayata geçireceğimiz reformların da hazırlıklarını yürüttük. Ekonomideki reform önceliklerimizi belirlerken arkadaşlarımız sahaya indi, tüm taraflarla bir araya geldi ve iletilen tüm talepleri dikkatle dinledi. Buna göre çözüm odaklı bir yaklaşımla üzerine gideceğimiz alanları öncelikli hâle getirdik. Her reform gibi bu çalışmalardan da rahatsız olanlar elbette çıkabilir. Biliyorsunuz her zaman söylüyorum, biz kısa mesafe koşucusu değil, maraton koşucusuyuz, farklılığımız bu. Hiçbir mücadeleden kaçmadığımız gibi her defasında kendi sınırlarımızı biraz daha zorlarız. Bu anlayışla hazırladığımız ve önümüzdeki hafta açıklayacağımız reformları kararlılıkla uygulayacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Bu reformların devamının geleceğini de belirtmek istiyorum. Üçüncü ayına girdiğimiz 2021’i salgınla mücadelenin kazanıldığı ve aynı zamanda orta vadede nitelikli bir büyüme dönemine girişin başladığı yıl olarak görüyoruz. Türkiye, inşallah salgın sonrası dönemin dünyada yükselen yıldızı olacaktır. Atacağımız adımlarla hem mevcut riskleri en aza indirecek hem karşımıza çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendireceğiz.

Ekonomik reform gündemimizin merkezinde makroekonomik istikrar politikaları ve yapısal politikalar yer alıyor. Makroekonomik istikrar kapsamında kamu maliyesi, enflasyonla mücadele, finansal sektör ve cari açıkla mücadele gibi alanlara öncelik verdik. Yapısal politikalar tarafında ise kurumsal yapının güçlendirilmesi, yatırımların çok daha güçlü şekilde teşvik edilmesi ve rekabet politikalarını sayabiliriz. Mali disiplin her dönemde olduğu gibi bugün de bizim olmazsa olmazımızdır. Gelir ve harcama tarafında aldığımız tedbirlere uygun şekilde 2021 bütçe açığı hedefimizi yüzde 4,3’ten, yüzde 3,5’a indirdik. Bütçe açığı ve borç stokunda Türkiye çoğu ülkeye göre oldukça iyi durumdadır. Avrupa Birliği ortalaması yüzde 90’na yakın olan borçluluk oranları Yunanistan’da yüzde 200, İtalya’da yüzde 153, Fransa’da yüzde 117, İngiltere’de yüzde 101 gibi seviyeleri bulurken, bizde sadece yüzde 42. İşte Türkiye bu, mali disiplin işte tam olarak bu demektir. Reform paketimizde mali disiplini daha da güçlendirecek kapsamlı kamu maliyesi politikalarına da yer veriyoruz. Kamu harcamalarında israfa tahammülümüz olmadığı için harcamaların takibi ve izlenmesine özel ehemmiyet gösteriyoruz. Bakanlıklarımızdan zorunlu olmadıkça kendilerine tahsis edilen ödeneğin üstünde harcama yapmamalarını, hatta bu ödeneklerden tasarruf etmelerini istiyoruz. Reform paketi çerçevesinde kamu alım ihalelerinde yeni bir sisteme geçiyoruz. Kamu iktisadi teşebbüslerini gerekiyorsa yeniden yapılandırarak daha verimli ve rekabetçi hâle getiriyoruz. Enflasyon mücadelenin bel kemiği olan fiyat istikrarını temin için kalıcı tedbirler geliştiriyoruz. Sermaye piyasalarının güçlendirilmesi ve finansal kapsayıcılığın arttırılması hususunda da yeni politikaları hayata geçiriyoruz.

Cari açıkla mücadelemizi başarıya ulaştırmak için üretimde yapısal dönüşümü teşvik edecek yeni adımlar atıyoruz. Kamudaki kurumsal yapıyı güçlendirerek reformlarımızın kalıcılığını öyle veya böyle sağlayacağız. Özetle ifade etiğim tüm bu başlıkların detaylarını önümüzdeki hafta kamuoyuyla paylaşacağız. Milletimizin her şeyin en iyisine, en güzeline layık olduğunu biliyor ve bunu sağlamak için gecemizi gündüzümüze katarak çalışıyoruz.

“AVRUPA’DAKİ HİÇBİR VATANDAŞIMIZI IRKÇILAR KARŞISINDA YALNIZ BIRAKMADIK”

Aziz milletim; koronavirüs salgını sağlık krizi olmanın ötesinde, bilhassa Batı’da sosyal hastalıkların da artmasına sebep oluyor. Hemen her gün Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızı hedef alan ırkçı faşist bir saldırının haberini alıyoruz. Protesto kılıfı altında Kur'an-ı yakmalar, mescitlerimizin kapılarına affedersiniz domuz başı bırakmalar, Müslümanlara ait iş yerlerini, dernekleri, kuruluşları fişlemeler artık sıradan vakalar hâline geldi. Her ne kadar Avrupalı yöneticiler yüzleşmekten kaçsa da, istatistikler tehdidin ulaştığı seviyeyi açıkça ortaya koymaktadır.

Geçtiğimiz yıl önceki senelere göre nefret suçları iki kat artmıştır. Avrupa’da en çok vatandaşımızın yaşadığı üç ülkede göçmenlere yönelik saldırıların sayısı 3 bini aşmıştır. Sadece 2020 yılında Almanya’da 400’ü bizim insanlarımıza yönelik olmak üzere toplam 900’ün üzerinde saldırı kayıtlara geçmiştir. Yine geçen yıl salgının getirdiği kısıtlamalara rağmen cami ve cami derneklerimize yönelik 121 eylem yapılmıştır. Bu rakamlar esasen buzdağının yalnızca görünen kısmını teşkil ediyor, çünkü nefret suçlarının sadece 5’te biri kayıt altına alınıyor, rapor edilmeyen saldırılarının mevcut istatistiklerin en az 4-5 katı olduğunu tahmin ediyoruz. Rapor edilen saldırılarda ise resmî kurumlar suçlularının peşine düşmek yerine maalesef mağdurlara baskı uyguluyor.

Bugün kültürel ırkçılık Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde artık kurumsal ırkçılığa dönüşmüştür. Daha beş, on sene öncesine kadar marjinal görülün fikirler Avrupa’daki ana akım siyasi partilerin söylemi hâline gelmiştir. Son birkaç yıldır Avrupa seçimlerinin temasını mültecilere, yabancılara ve Müslümanlara, özellikle de Türkiye’ye ve şahsıma yönelik husumet politikaları oluşturuyor. Batılı politikacılar kendi basiretsizliklerinin faturasını göçmenlere veya Müslümanlara keserek toplumsal huzursuzlukları perdelemeye çalışıyor. Geçtiğimiz haftalarda bir Fransız televizyonunda Fransız İçişleri Bakanının ırkçı bir partinin Genel Başkanıyla kim daha fazla İslam düşmanı yarışına girmesi insanlık ve sözde Avrupa değerleri adına utanç vericidir. Benzer tartışmaların farklı düzeylerde diğer Avrupa ülkelerinde de yaşandığını biliyoruz, aynı şekilde Hollanda’da.

İkinci Dünya Savaşı öncesini andıran nefret atmosferi siyasetten sosyal hayata Avrupa genelinde yeniden yükseliyor. Solingen’de vatandaşlarını ırkçı teröre kurban vermiş bir ülke olarak bu tablodan çok ciddi rahatsızlık duyuyoruz. Batılı kurumların İslam düşmanlığı karşısında üç maymunu oynaması endişelerimizi daha da artırıyor. Batı medyası ırkçı teröristleri psikolojisi bozuk bireyler, saldırıları da adi suç olarak yansıtıyor, böylece bu suçlar önemsizleştirilerek ırkçılığın önü açılıyor. NSU örgütünün işlediği cinayetlere dönerci cinayetleri yaftası vurulması bunun en bariz örneğidir. Sırf kimliklerinden dolayı sekizi Türk 10 yabancıyı katleden bu ırkçı örgüt mensupları maalesef hak ettikleri cezaları almamıştır. Aynı şekilde geçen sene 19 Şubat’ta Almanya’nın Hanau şehrinde dördü Türk dokuz kişi katleden caninin bağlantıları da karanlıkta bırakılmıştır. Hâlbuki bu tür olaylarda anma merasimleri günah çıkarmadan ziyade toplumu saran ırkçılık virüsüyle hesaplaşma zeminine dönüşmelidir. Avrupa devletleri DEAŞ’a karşı gösterdiği hassasiyeti Neonazi örgütlerle mücadelede göstermedikçe benzer saldırıların önüne geçemez. Bu vesileyle bir kez daha ırkçı teröre kurban verdiğimiz vatandaşlarımıza Allah rahmet, ailelerine sabrı cemil niyaz ediyorum.

Avrupalı devletler bu tehdidi önemsizleştirmeye çalışsa da Türkiye olarak bu konuda artık daha aktif rol oynamakta kararlıyız, Gerek Dışişleri Bakanlığımız, gerek Yurtdışı Türkler Başkanlığımız, gerekse konsolosluklarımız aracılığıyla bu tür hadiseleri yakından takip ediyoruz. İnşallah, Avrupa’daki hiçbir vatandaşımızı ırkçılar karşısında hiçbir zaman yalnız bırakmadık, bırakmayacağız.

“SALGININ SEYRİNE GÖRE İHTİYAÇ DUYULAN HER ALANDA HALKIMIZIN YANINDA YER ALMAYI SÜRDÜRECEĞİZ”

Aziz milletim; koronavirüs salgınının ülkemize sirayet etmesi ve buna karşı tedbirleri almaya başlamamızın üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Bilindiği gibi 18 Mart 2020’de bilim insanlarımız, iş dünyamız ve ilgili tüm kesimlerle birlikte yaptığımız toplantının ardından ortak akıl ve karar ürünü olarak ortaya çıkan kapsamlı tedbirleri milletimizle paylaştık. Salgının yayıldığı dönemlerde tedbirleri sıkılaştırırken, salgının seyrinin aşağı yönlü olduğu dönemlerde de normalleşme adımlarını atmıştık.

Süreç içinde aldığımız tedbirlerden etkilenen tüm kesimler için ilave destek paketleri oluşturmuş ve uygulama geçirmiştik. Elbette her şeye rağmen salgın tedbirleri sebebiyle işi bozulan, geliri azalan vatandaşlarımız olmuştur. Bunları yakından takip ederek pek çok farklı yol ve yöntemle kendilerini desteklemeye çalıştık, çalışıyoruz. Kimi ülkelerde sağlık hizmetlerindeki eksiklikler ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle ortaya çıkan kaos ikliminin Türkiye’de oluşmasına fırsat vermedik.

Dünyada ve ülkemizde salgının bir yıllık seyrinin sonuçlarına baktığımızda gördüğümüz şudur: Türkiye hem sağlık hizmetleri hem önleyici tedbirler hem ekonomik destekler bakımından herkesin takdirle takip ettiği bir yerde durmaktadır. Hastanelerimizin hizmet kapasitesinden aşılama hızına, ekonomik desteklerden üretimin devamı konusundaki kararlığımıza kadar her konuda örnek alınan bir ülke durumundayız. Bugün 9 milyonu bulan aşılama sayısıyla nüfusunun yüzde 10’undan fazlasına ulaşan Türkiye dünyada ilk 5 ülke arasında yer almaktadır. Hem hiçbir vatandaşımızı doktorsuz, ilaçsız, maskesiz bırakmadık hem de finansal dalgalanmalara karşı devletimizin tüm imkânlarını seferber ettik. Birilerinin sürekli sorup durduğu Merkez Bankası rezervlerindeki hareketlilik aslında bu dönemde verilen mücadelenin ne kadar zor ve meşakkatli olduğunun işaretidir. Milletimiz devletin kasasındaki her kuruşun, bütçesindeki her kalemin 84 milyonun ortak geleceğini güvence altına almak için kullanıldığından emin olsun. Salgının seyrine göre ihtiyaç duyulan her zaman ve her alanda halkımızın her bir ferdinin yanında yer almayı sürdüreceğiz.

“ADIMLARIMIZI KADEMELİ ŞEKİLDE ATMAMIZ GEREKİYOR”

Dünyadaki ve özellikle de Avrupa coğrafyasındaki gelişmeleri yakından izleyerek salgınla mücadele stratejimizi sürekli güncelliyoruz. Bu çerçevede milletimize daha önce söz verdiğimiz şekilde bugün itibarıyla yeni kontrollü normalleşme sürecini başlatıyoruz.

Kontrollü normalleşme adımlarını ifade etmeden önce şu hususların altını özellikle tekrar tekrar çizmek istiyorum: Tedbirlerin sıkılaştırılması da gevşetilmesi de tamamen salgının seyriyle ilgilidir. Salgının yayıldığı bir ortamda normalleşme adımlarını atmak veya sürdürmek mümkün değildir. Türkiye, pek çok devlete nazaran coğrafi alan ve nüfus itibarıyla büyük bir ülke olduğu için adımlarımızı kademeli şekilde atmamız gerekiyor.

Sağlık Bakanlığımız ve onun bünyesinde faaliyet gösteren Bilim Kurulu 100 bin nüfusa düşen vaka sayısı başta olmak üzere çeşitli kriterlere göre illerimizi sınıflandırdı. Bu değerlendirmeye göre de 81 vilayetimiz düşük riskli mavi, orta riskli sarı, yüksek riskli turuncu ve çok yüksek riskli kırmızı olarak renlere ayrıldı. Her hafta risk durumuna göre illerimizin renkleri yeniden tespit edilecek. Ayrıca, her iki haftada bir de normalleşme uygulaması güncellenecek. Valiliklerimiz başkanlığındaki İl Hıfzıssıhha Kurullarımız bu güncellemeye göre uygulamayı gözden geçirecek ve yeni düzenlemelere gidecektir. Tedbirlerin sıkılaştırılması veya gevşetilmesi kararı, salgının her bir ilimizdeki iyileşme veya kötüleşme durumuna göre verilecektir. Vatandaşlarımız günlük hayatlarının her anında temizlik, maske ve mesafe diye özetlediğimiz salgın tedbirlerine ne kadar riayet ederlerse, illerinin normalleşmeye o kadar hızlı geçebilmesini sağlayacaklar. Aksi bir durumda, yani salgın artış eğilimine girdiği yerlerde kısıtlamalar tekrar genişletilebilecek.

Bir başka ifadeyle her ilimiz salgın tedbirlerinin orada ne düzeyde uygulanacağını kendisi belirleyecek. Bugünkü Kabine Toplantımızda normalleşme adımlarının prensipte nasıl atılacağı hususunu kapsamlı şekilde görüştük.

“HEDEFİMİZ, MÜMKÜN OLAN EN KISA SÜREDE ÜLKEMİZİN TAMAMINDA KONTROLLÜ NORMALLEŞME SÜRECİNİ TAMAMLAMAK”

Buna göre, hafta sonu sokağa çıkma kısıtlaması düşük ve orta riskli illerde tamamen kalkarken, yüksek ve çok yüksek riskli illerde bir müddet daha Pazar günü devam edecek.

Ülkemizin tamamında süren akşam 21 ile sabah 5 arasındaki sokağa çıkma sınırlaması ise sürecek. Okullar, Türkiye genelindeki tüm okul öncesi eğitim kurumlarında, ilkokullarda, 8’inci ve 12’nci sınıflarda eğitim öğretime açılacaktır. Düşük ve orta riskli illerde ilaveten ortaokullar ve liseler dâhil diğer kademelerde de eğitim-öğretime başlanacaktır. Yüksek ve çok yüksek riskli illerimizde ise genel uygulamanın dışında sadece liselerdeki yüz yüze sınavlar yapılacaktır.

Restoran, lokanta, kafeterya, tatlıcı, pastane, kıraathane, çay bahçesi gibi yerler çok yüksek riskli iller dışında Türkiye genelinde faaliyetlerini sabah 7 ile akşam 19 saatleri arasında yüzde 50 kapasiteyle sürdürebileceklerdir.

Halı saha, yüzme havuzu ve benzeri tesisler, düşük ve orta riskli illerimizde sabah 9 ila akşam 19 arasında faaliyet gösterebileceklerdir.

Kamunun çalışma saatleri tüm Türkiye’de normale döndürülecek ihtiyaç hâlinde valilikler farklı düzenlemeler yapabilecektir.

Sokağa çıkma saatleri sınırlı olan 65 yaş üstü ve 20 yaş altı grubundaki vatandaşlarımızla ilgili düzenleme düşük ve orta riskli illerimizde kaldırılırken, yüksek ve çok yüksek riskli sınıftaki illerde ise sokağa çıkma süresi artırılacaktır.

Nikâh ve nikâh merasimi şeklindeki düğünler düşük ve orta riskli illerimizde 100 kişiyi, yüksek ve çok riskli bölgelerde 50 kişiyi geçmemek ve bir saati aşmamak kaydıyla yapılabilecektir.

Sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, kooperatifler ve benzeri kuruluşların genel kurulları düşük, orta ve yüksek riskli illerde katılımı 300 kişiyi geçmeyecek şekilde yapılabilecektir.

Diğer hususlardaki uygulamaların nasıl olacağı daha önce de belirttiğim gibi Valiliklerimizin başkanlığındaki İl Hıfzıssıhha Kurullarımız tarafından belirlenecektir.

Hedefimiz, mümkün olan en kısa sürede ülkemizin tamamında kontrollü normalleşme sürecini tamamlamak. Tedbirlerin uygulanmasıyla ilgili denetimler de bu çerçevede daha sıkı ve kararlı şekilde yürütülecektir.

Salgın boyunca her konuda öncü ve örnek olan Türkiye’nin kısıtlamaların gevşetilmesi ve inşallah tamamen kaldırılması hususunda da aynı başarıyı göstereceğine yürekten inanıyorum. Aldığımız kararların ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”