LİSENİN İLK GÜNÜ

Ölüm deneyimi yaşadığını iddia eden insanların çoğunluğu, ölüm anında hayatlarının film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp geçtiğini söyler. Bunun nedeni ölüm tehdidiyle karşılaşan beynin, geçmiş deneyimlerini tarayarak, riskli durumdan  kurtulmak için bir çözüm aramaya çalışmasıymış.

Eğer bu fenomen doğru ise benim kişisel şeritimden geçecek görüntülerin başında lisenin ilk günü olmalı.

Lisedeki ilk günümün hayali: yakıcı olmayan güneşli bir günde, arka fonda çalan neşeli bir müzik eşliğinde, okulun popülerleriyle tanışmak, basketbol takımının amigo kızlarına katılmak, renkli ponponlarımı sağa sola sallamak, amigo kızlarla üst üste, insandan merdiven kurup en tepeye çıkıp, bacağımı kafamın üstüne geçirmek gibi acayip akrobatik haraketler yapmak, çok yorulmuşçasına kocaman bardaktaki kolamdan bir fırt çekerek, neye neden güldüğüme aldırmadan tazecik gençliğimin tadını çıkarmaktı.

Yaşımız çok yakın olduğu için orta okulu ağabeyimle aynı sınıfta okuduk. En iyi arkadaşım ağabeyimdi. Birlikte okula gidip gelirdik. Şimdi sıra liseye gelmişti. Okul açılmadan annem ve babam okul kıyafetlerimizi çorabımıza kadar almış,  yatmadan önce ayakkabılarımızı zorla boyatmışlardı.

Sabah olunca okulun ilk günü herkesin serbest kıyafetle gideceğini söylememize rağmen, memur zihniyetiyle bizi üniformalı bir şekilde zorla okula yolladılar.

Annem saçlarımı iki yandan özenle örüp fırfırlı kurdeleler taktı. Ağabeyim de zaten bir gün önceden saç traşı olmuştu.

Kimseyi tanımıyor olmanın verdiği çekingenliğin üstüne bir de birinci sınıf olmanın verdiği eziklik eklenince iki çaylak olarak bahçe kapısından girdik. Ağabeyimle benim maceram çoktur ama hiç bu kadar kalıcı hasarla günü kapatmamıştık.

Bahçeye girer girmez hatamızı anladık. Bir tek ikimiz okul üniformasıyla gelmiştik. Acaba kaçsak mı diye düşünürken müdürün hoparlörden sesi duyuldu.

-Herkes sıraya geçsin bakayım.

 Anonstan sonra kaçmaya cesaret edemeyip istemsizce diğerleriyle sıraya girdik. Utancımdan kimseyle göz göze gelmemek için yere bakıyordum. Ağabeyim ise içinde bulunduğumuz durumu umursamayarak, nicedir beklediği yağmurun yağmamasına hayret edip, vardır rabbimin bildiği diyen köylü dedelerin rahatlığını takınmış, havalara bakıyordu.

Müdür -Şimdi İstiklal Marşı okunacak, der demez gözleriyle sırayı taradı. O kalabalıktan ikimizi gösterip -Siz ikiniz, gelin bakalım buraya, diye bağırdı.

Ben hiç üstüme alınmamış gibi davrandım. Belki de bizi değil, eski öğrencilerden ikisini çağırıyordu. Okulun ilk günü bizimle ne işi olacaktı.

-Gelsenize çocuğum buraya, deyip eliyle bizi işaret edince, ağabeyimle göz göze gelip

çaresizce müdüre doğru yürüdük.

Müdür yüksek bir yerden konuşma yapıyordu. Yanına gitmek için üç beş basamak çıkmak gerekliydi ve basamakları çıkarken heyecandan tökezledim.

Müdür sağına beni, soluna ağabeyimi alıp mikrofona doğru -Önüne baksana evladım, düşeceksin dedi.

Hafif bir gülüşme oldu. -Niye kıyafetlerinizi giymediniz, bakın bu ikisi gibi giyineceksiniz deyip önce bana dönüp, saçlarımı tutarak  -Kızlar saçlarını örecek, sonra ceketimi çekiştirerek  -Ceketler mutlak suretle giyilecek, tekrar saçımı tutarak eğer saçlarınız salık gelirseniz, eliyle makas yapıp saçımı kesiyor gibi işaret yaparak -Saçlarınızı kökten keserim vallahi, dedi. Yine benim eteğimi tutarak -Kızlar etekleriniz böyle dizin altında olacak, yukarıdan rulo yapıp kısaltılmayacak, hatta uzun alın ki; seneye de giyilebilesiniz  dedi.

Sonra ağabeyime dönerek -Erkekler iseee, kıravatını tutup ön sıradakilere doğru mangal yeller gibi  sallayarak,- Kıravatlarını takacak, ağabeyimin kafasının arkasına şaplak atarak  -Saç traşları aynı böyle olacak, zibidi gibi gelirseniz tren yolu modeli yaparım kafanızı, dedi.

Yine ağabeyimin sırtını sıvazlayarak -İşte bu iki öğrenci belli ki okulun en çalışkan öğrencileri olacak. Daha ilk günden hazırlıklı gelmelerinden belli. Ben disiplin insanıyım, disiplinli, çalışkan ve mert öğrencileri daha kapıdan girerken şak diye tanırım dedi. Şak derken ağabeyimin kafasına bir şaplak daha patlatmıştı.

- Sizde bunlar gibi örnek, başarılı, okulu seven, okuldan kaçmayan öğrenciler olacaksınız.

 Aslında müdürün  konuşmada tarif ettiği hiçbir özelliğe uymadığımızı itiraf etmek isterim.

Hele okuldan kaçmak bizim için bir hobiydi. Evden çıkıp karşımıza ilk çıkan belediye otobüsüne biner, bütün gün şehri gezerdik. En sevdiğimiz güzergah Otuziki evler güzergahıydı çünkü oldukça dik bir yokuşu vardı ve biz o yokuştan inerken lunaparktaki gibi eğlenirdik. Yazlık köyü hariç neredeyse bütün son durakları öğrenmiştik. Çünkü annem Yazlık İlkokulunda öğretmendi.

Bir keresinde son paramızla hiç gitmediğimiz bir semtin otobüsüne binmiştik. Şoför tuhaf bir yerde durup, nerede ineceğimizi sorunca vermeye alıştığımız  cevabı vermiştik.

-Son durakta ineceğiz

-Burası son durak abisi, diyen şoföre üzgünce iyi günler dileyip inmiş, kendimizi ıssız bir köyün, ücra bir köşesinde, çamurlu bir yolda bulmuş, uzun bir yürüyüş sonrası ayaklarımıza karasular inmiş bir vaziyette eve kendimizi zor atmıştık.

Müdür konuşmaya devam ederken sonradan beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendiğim birisi gelip, ağabeyimin eline kocaman saplı bir bayrak verdi. Bana da belli belirsiz bir el haraketiyle onun yanına geçmemi işaret etti.

İstiklal marşı için hazır ol komutu veren müdür bize dönüp aşağıdan yukarıya gururla süzdükten sonra, burnunu hafifçe yukarı kaldırıp, marşı okutmaya başladı.

O an gerçekten yok olmak istedim, ya da bir sineğe dönüşüp uçup gitmek, belki uzaylıların gelip beni kaçırması, bir tsunami, erken gelen bir kıyamet, beni bu durumdan kurtarabilecek her türlü felaket senaryosu için dua ettim. Ateş basan yüzümün kızardığını, hatta bu utanç duygumun can bularak, kulaklarımdan kırmızı buhar olarak çıktığını ve bunu herkesin gördüğünü, lise hayatım boyunca bu istiklal marşı törenine katılan öğrencilerin benimle alay edeceklerini ve bununla asla başa çıkamayacağımı düşünüyordum.

Ağabeyimin rahatlığı bana hafif güven verse de, içten içe sinirlerimi bozdu. Elindeki bayrağın sopasını, her pazar tanıdık bir göl iskelesine, balık avlamaya çıkmış birinin oltasını tutar gibi keyfi tutmuş, öğrenci topluluğuna ise, karşı kıyıya doğru alçaktan uçan kuşları uğurlar gibi yarı baygın bakıyordu. Bir ara göz göze gelince bana göz kırpıp, yandan gülerek manzarayı izlemeye devam etti.

İstiklal marşı çok uzun sürmüştü. Tek dileğim bu törenin bir an önce bitmesi ve eve gitmekti. Nihayet İstiklal Marşımız bitince rahat bir nefes aldım.

Okul müdürü ön tarafımıza doğru bir hışımla adım attı ve -Ne biçim okudunuz, bir daha okuyacağız, deyince gözlerim doldu, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Eve gidince annemlere okulu değiştirmek istediğimi söyleyecek, kabul etmezlerse de onları okulu bırakmakla ya da evden kaçmakla tehdit edecektim.

Müdür tekrar kalabalığa doğru bağırmaya başladı.

- Sen ve sen ne kıkırdıyorsunuz evladım, diye başlayarak sırasıyla okul disiplininden, okumaya niyeti olmayan erkeklerin oto sanayide rahatça iş bulabileceklerinden, kızların ise erken yaşta evlenip, üçer beşer çocuk doğurup, ömür boyu koca eline bakacaklarından, para kazanmak için Çark Caddesindeki, okumuş insanların oturduğu lüks apartmanlarda merdiven silmeye gidebileceklerinden bahsetti ve marşı tekrar başlattı.

Törenin uzunluğuna dayanamayarak, git gide ağırlaşan bayrağın verdiği kuvvetle, kollarına söz geçiremeyen ağabeyim bayrak sopasını, koyacak yer yokmuş gibi müdürün kafasına yavaşça indirdi.

Kıkırdaşan öğrencilere aldırmayan müdür hiç istifini bozmadı.

Yaptığı hayati hatanın farkına varan ağabeyim, önünde diz çökmüş halde bekleyen savaşçısının önce başına, sonra da omuzlarına kılıcını dokunduran soylu bir kral nezaketiyle, zor taşıdığı bayrağı, müdürün omuzuna dayadı. Marş boyunca bayrak müdürün omuzlarından, ön sıradaki öğrencilere doğru uzanarak nazlı nazlı dalgalandı.

Marş bittiğinde müdür gözlerini kısarak, gördüğü ilginç bir yüzün hatlarını daha sonra çizmek için ezberlemeye çalışan bir ressam gibi ağabeyimin suratını dikkatlice tarayıp, omuz silkerek tören alanından uzaklaştı.

Bayrağı geri teslim eden ağabeyim koluma girerek -Gel kantinde bir şeyler içelim dedi.

Çok yorulduğumu, bir an evvel eve gitmek istediğimi söyledim. Biraz daha okulda takılacağını söyleyen ağabeyim beni okulun kapısına kadar geçirdi.

O akşam annemle babam gelince evde çıngar çıkarttım. Annemle babama hayatımda gördüğüm en sorumsuz ebeveyn olduklarını, derhal milli eğitim müdürünü aramalarını ve haklı gerekçelerimizle okulumuzun acilen değiştirilmesi gerektiğini söyledim. İlk gün herkesin serbest kıyafetle okula geldiğini, yalnızca ağabeyimle benim çok bilmiş, dışlanmaya meyilli, ispiyoncu öğrenciler gibi göründüğümüzü, herkesin bize bakıp güldüğünü, bütün öğrencilere rezil olduğumuzu, bağıra çağıra, yer yer ağlayarak anlattım.

Ben anlattım ama onlar anlamadılar.

Ağabeyime ne düşündüğünü sorduklarında, yayıldığı koltuktan hafifçe kaykılıp, çenesini kaşıyarak -Alıştırırız, bir şey olmaz dedi ve veda vakti gelmiş misafir gibi ikli elini, dizlerine vurarak aceleyle ayağa kalkıp, tanıştığı yeni arkadaşlarıyla okul bahçesinde basketbol oynayacağını söyleyerek evden gitti.