Önce ülkemden Hukuku alıp götürdüler. Her yanına yandaşlarını doldurup tepeden tırnağa kendilerine bağımlı hale getirdiler. “Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku” doğdu. Ama benim şimdilik hukukla bir işim yoktu. Olanlar beni çok fazla ilgilendirmiyordu; sustum, hiç sesimi çıkarmadım.
Sonra Basını almaya geldiler. Eskiden çekirdekten yetişen gazeteciler gazete sahibi olurdu. Şimdi gazete bile okuduğu tartışılan, ama para babası olanlar gazete sahibi oldu. Hatta eşe-dosta, çoluğa-çocuğa gazeteler satın alındı. Basında sesini çıkaranları, muhalefet edenleri “bunlara sen ekmek veriyorsun, istemediğin haberi yazarlarsa kapının önüne koyacaksın” talimatı çok hızlı işledi. Gazetecileri aldılar kapıya koydular. Kalanların büyük çoğunluğu “yandaş” oldu, saadet zincirine eklendi. Muhalif olanların çığlıklarını duymamak için kapı ve pencerelerimi sıkı sıkıya kapattım. Yetmedi, kulaklarıma pamuk tıkadım. Zaten ben kapıya bedava bırakılandan başka gazete okumam. Bu nedenle basın susturulurken ben de sustum!
Sonra TV’ler susturuldu. Gazetesi, bankası olanlar TV de satın aldılar. Böylece halk hiçbir zaman doğruları tam olarak öğrenemedi. Yandaş basın ve TV’ler sadece onların bilmesi gerekenleri yayınladılar. Beyinler de esir alındı. Direnmek isteyenler aynı gazeteciler gibi alınıp götürüldü. Ben zaten pek TV de izlemem. Tüm kanallar yandaşlarla doldurulur, direnenler işten atılırken ben muhteşem dizileri seyrediyordum; yine sustum!
Sonra ülkemizin göz bebeği aydınlar tek tek toplanıp gece yarıları tutuklandılar. Hepsinin neredeyse vatana ihanet ettiği iddia ediliyordu. Mevcut hükümeti yıkmak için elbirliği yaptıklarını yandaş gazete ve TV’ler günlerce yayınladılar. Bizlere de “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” dendi. “Bu kadar suçlandıklarına göre her halde bunlar suçludur” dedim. Onlar tutuklanırken de hiç sesimi çıkarmadım!
Sonra sıra şanlı ordumuza geldi. Meğerse bizim bağrımıza bastığımız subaylarımızın neredeyse üçte biri el ele vermiş devleti yıkmaya uğraşırlarmış! Bavulla belge çıktı. Her gün gazete ve TV’lerde vatansever sandığımız subaylarımızın camilerimizi bile acımasızca bombalayacakları söylendi. Şaşırdım kaldım, demek bizi kandırmışlar! Bu nedenle tutuklanıp içeri tıkarken ben hiç sesimi çıkarmadım!
En son “ülkede analar ağlamasın” diye terörü bitirmeye karar veren büyüklerimiz “baldıran zehiri” içmeye bile razı oldu. Gözlerim yaşardı. Ama iktidarımız muhalefetin ayak bağı olduğunu söyleyince ben de bu muhaliflere çok kızdım. Her gün gazete ve TV’lerde barış ve kardeşliğin önemi anlatılıyordu. Mutlaka silahlar susacak deniyordu. Çok sevindim. İktidarımıza dualar ederken muhalefete de beddualar ediyordum.
Ama düne kadar bebek katili denen, 40 bin insanımızın ölümüne neden olan cani Apo ile ve açıkça PKK yanlısı olduğunu söyleyen BDP ile şimdi birden bire neden sarmaş dolaş olunduğunu ise hiç anlayamadım.
Dün “görüşen şerefsizdir” diyenlerin bu gün “evet görüşüyoruz, var mı itirazınız?” demesini de,
Basına sızan belgelerin varlığını kabul edip sadece “kim sızdırdı” diye kızmalarını da hiç anlayamadım.
Barışın neyin karşılığı olacağı sorusuna hiçbir yanıt alamadım. Ortada bir görüşme varsa bunun iki tarafı olması gerektiği belli. Bir tarafta cani Apo’yu görünce diğer tarafında iktidarın olmasını ise anlamam hiç mümkün değil!
Yıllardan beri hiç sesimi çıkarmadan desteklediğim iktidar ne derse inanmış, ne isterse yapmıştım.
Şimdi ben bağırıyorum, yırtınıyorum.
Ama beni dinleyecek, benim de elimden tutacak, bundan sonra doğru yola çevirecek kimse kaldı mı?
Yoksa tüm apartman boşaldı mı?
Sesimi duyan var mı?