Okulum dolayısıyla Polonya’ya gitmek üzere İsviçre’den yola çıktım. Kardeşim de İsviçre’de okuduğu için onun yanına gidip görmek istemiştim.

 Sabah saat 9 da, uçak Varşova’ya indikten sonra, çantamı alıp havaalanından çıktım. Hiçbir yol bilmiyordum, üniversitemin olduğu Bydgoszcz şehrine gitmem gerekiyordu ancak nereden başlamalıydım bilmiyordum. Artık bambaşka bir ülkede, bambaşka insanlar, bambaşka bir hayat beni bekliyordu.

Önce Varşova merkeze giden bir otobüse binip Varşova meydanında indim. Biraz gezdikten sonra tren istasyonunu bulup Bydgoszcz’a giden ilk trene bilet aldım. Trenin kalkmasına 2 saat olduğunu öğrenince biraz daha Varşova’yı dolaşmaya başladım.

 

Polonya’ya ilk gidişim olduğu için, resmi dilleri Lehçe’yi konuşamıyordum. İnsanlarla ietişim kurmak biraz zordu. Genel olarak sıcak insanlardı.

 

Varşova’dan Bydgoszcz’a olan yolculuğum sırasında kendimi zaman tüneline girmiş gibi hissettim. Geçtiğim her yer, her şehir Polonya’nın savaş dönemlerini hatırlatıyordu. Birçok yapı ise hala o yıllardan bu yana ayakta kalmayı başarmıştı.

 

4 saatlik tren yolculuğunun ardından Bydgoszcz’a vardığımda ise, yine hiç bilmediğim bir şehirde elimde çantamla ne yapacağımı düşünüyordum. O sırada İngilizce bilen birkaç üniversite öğrencisine rastladım ve gideceğim üniversiteyi sordum. Benimle aynı üniversitede okuduklarını, nerede olduğunu bildiklerini söylediler.

 

Üniversiteyi bulmam kolay oldu. Boğaziçi Üniversitesinden sonra ilk defa bu kadar büyük bir kampüsü olan bir üniversite gördüm. Okulun içinde birkaç kez kaybolduktan sonra bölüm koordinatörüme ulaşmayı başardım. Bu da Polonya yolcululuğumun mutlu sona ulaşması anlamına geliyordu. Ancak bu sadece başlangıçtı. Burada daha çok vakit geçirecektim.

 

Ertesi gün hemen Bydgoszcz şehrini dolaşmaya başladım. Şehrin ortasından bir nehir geçiyordu, bazı binalar özenle ışıklandırılmış ve süslenmişti. Sanatsal bir yapısı vardı şehrin. Kalabalık olmaması da büyük bir artıydı. Oldukça sessiz sakin, yaşlılar için emeklilik, öğrenciler için eğitim şehriydi…