Polonya'da yaşadığım uzun süre ve onca tecrübeden sonra Polonyalı arkadaşlarıma şöyle diyorum:
"Ben yüzde elli Polonyalı, yüzde yüz Türküm".
Küçük yaşta bilinçaltıma yerleşen bir resim ya da görüntüden mi bilmiyorum ama Türkiye'de doğup büyümüş olmama rağmen Polonya'ya çok kısa sürede adapte olup sanki kendi ülkemdeymiş gibi rahat ve uyumlu bir yaşam sürüyorum. Kültürlerini ve dillerini anladığım için Polonyalılarla çok hızlı iletişim kurup çok renkli ve dolu dolu zaman geçiyorum.
Hatta inanır mısınız, Polonya'daki Türklerle bile bu kadar iyi iletişim kuramadım...
Kafamdaki görüntüye gelince, neden bilmiyorum Polonya'dan kopamıyorum. Ne zaman Polonya'ya ait bir resim görsem, o şehre, o sokağa gitmemiş olsam da hemen tanırım burası Polonya diye. Mimarisinden ya da o şehre özgü renklerdendir diyorsanız cevap bu değil. Cevap "kokusu". Resimlerden aldığım o koku, tıpkı Polonya'da gibi hissettiriyor bana. Anılarım canlanıyor.
Bu sadece bana özgü bir durum değil. Ünlü yönetmen Martin Scorsese'nin sonbaharda kafa dinlemek için Lodz şehrine geldiğini duyunca bir hoş oldum. Sonra Lodz'daki evinin, benim kaldığım evin birkaç sokak ötesinde olduğunu öğrenince çok şaşırdım.
Polonya'da yaşamanın birçok avantajı var. Sessiz bir kere. Kırk gün kırk gece süren düğünler yok. Türkiye'de en son hatırladığım bir senaryo üzerinde çalışırken sokaktan gelen düğün sesinin beni zorladığıydı. Üstelik bunu durdurmak için arayabileceğiniz bir kurum ve yaptırım da yok. Polonya'da huzur hakim. Zamanında her ne kadar savaşlardan çekmiş olsalar da, bir kez çektiler ve şimdi huzurlu yaşıyorlar.
İnsanları ise oldukça anlayışlı ve mütevazi. Her yaştan, her cinsten, her meslekten insanla kolayca iletişim kurabiliyorsunuz.
Türklere olan sevgiyi de unutmamak gerek. Zira tarihte birçok noktada buluşmuş iki milletiz.
Rusya ile vizeler kalktı, yürürlükte olmasa da Ukrayna ile de kalktı. Slav ülkeleriyle iyi bir ilişki geliştiriyoruz ancak umarım Polonya ile vizeler kalkmaz. Yoksa bu sakin, huzurlu yaşamları ani düğün sesleriyle son bulabilir...