Memuriyetimizin ilk zamanlarında en önemli yazışma aracı daktilo idi. Genellikle iki parmakla hoplaya zıplaya yazmaya uğraşırdık. Zamanla bayağı hız kazansak da, bazılarımız çok güzel on parmak yazardı. I. Hamur kâğıt dediğimiz A-4 kâğıtlarının altına ince pelür kâğıtlar ile kopya çıkarırdık. Daktilonun şaryo ve tuş sesleri hala kulağımdadır.

Teknoloji çok hızlı ilerliyor. Zamanla klasik daktilo yerini elektronik daktiloya bıraktı. Yazdırmalı-çevirmeli, hat aramalı şehirlerarası telefonlar dijital ve cep telefonlarına döndü. Teksir makineleri yerine fotokopi makineleri ve faks piyasaya çıktı. Şimdi her şey çok daha kolay oluyor. Şu anda dizüstü bilgisayarımda yazı yazabiliyorum.

Teknolojinin bu kadar hızlı ilerlemesi ve sürekli eskiyerek yerine daha iyilerin gelmesi çok güzel! Hele insan sağlığı ile alanlarda can kurtaran yeni icatlar insanı hayran bırakıyor. Artık şu an hayal edebildiğimiz bir aletin yarın piyasaya sürülmesine pek şaşırmıyoruz. Eh; ne de olsa Siber Çağdayız. Ben bu çok yeni teknolojileri fazla kullanamıyorum. Sadece amacıma hizmet etmesi yeterli geliyor. Ama yazılan yazıları, kitapları okuduğumda, bilgisayar kullanmaktan korkar oldum. Cep telefonu taşımak bile düşündürücü hale geldi. Nedeni belli; son yıllarda ülkemizde yaşamakta olduklarımız beni korkutuyor!

Öğrenebildiğime göre, size ait telefonlar ile nerede olduğunuz izlenebiliyor, ne konuştuklarınız kaydedilebiliyor. Hatta evinizin içinde iken bile dinlenebiliyorsunuz. Sokak başlarındaki kameralar ile her hareketiniz gözlem altında tutuluyor. Hele bilgisayar denilen alet korkunç derecede tehlikeli imiş! Adına virüs mü ne denen gizli ve istenmeyen, sizin bilginiz dışında gönderilen ve görüp engel olamayacağınız ve yok edemeyeceğiniz bazı dosyalar dışarıdan çok kolaylıkla sizin bilgisayarınıza yüklenebiliyormuş! Bunlar artık herkesçe bilinen gerçekler!

İnsanız; iki arkadaş yan yana gelip her hangi bir olayı yorumlayabilir, muhalefete kızabilir, falan siyasetçi hakkında yorum yapabilirsiniz. Ama tüm bunların içinden cımbızla çekilecek cümleler ile bir anda terörist olmaya aday olabilirsiniz! Hele günümüzde yıllardır tam bir sivil baskı dönemi yaşanırken, iktidar hakkında konuşabilmek yürek istiyor. Sözlü dokümanlara bir de bilgisayarsınıza gizlice yüklenmiş ve içinde sizin hiç bilmediğiniz suçlar olan dosya veya dosyalar yüklenmişse işte o zaman yandınız! Adres belli; yıllardan beri çoğunluğu bu anlattığım nedenlerden yatan veya yatmakta olan, yılların deneyimli tutuklularının yanı!

Evet; Silivri’de yatanların çoğu bu durumda olduklarını duruşma tutanakları ve bilirkişi raporlarıyla kanıtlıyorlar; ama aylarca yıllarca içeride tutulmalarına engel olamıyorlar. Bu konuda onlarca kitap, yüzlerce yazı var; ancak bunları sadece halen ayakları üzerinde durabilen, yarının Silivri adayı olmayı göğüsleyebilen bazı gerçek ve dürüst gazeteci ve yazarların yazı ve kitaplarında görebilirsiniz. Yandaş ve Candaş kalemşorlarda değil! Onlar da –haklarını yemeyelim- verilen görevi başarıyla yaparak büyüklerinden aferin almayı sürdürüyorlar! Valiz dolusu belgeleri -ülkemizde bulunmadığından olsa gerek- savcılık yerine gazetecilere verenler ve bunları hem gizlilik kararı olmasına, hem de soruşturmanın gizli olmasına rağmen mahkemeden önce yayınlayanların hakkı yenmemeli! Hatta bazıları o kadar ileri görüşlü olabiliyorlar ki; 3-5 yıl önce örgüt elemanı diye sayfa sayfa ve mahkemeden önce yayın yapanların, o kişilerin o tarihlerde başka yerlerde görevde olduklarını bile önemsemeden karalama kampanyalarını sürdürebiliyorlar! Bunun adı da basın özgürlüğü oluyor! Yalan-yanlış uydur-söyle, kişi içeri atılsın, sonra bu dijital verilerin sahte ve iftira olduğunu kanıtlayabilmek için aylarca uğraşsın. Sonuç; ya sehven, ya da pardon! Hukukta yeni bir kavram; “suçsuzluğunu kanıtlama zorunluluğu!”

İşte bunun için teknolojiden korkar oldum. Yazdıklarımdan korkmuyorum. Eğer halen demokratik bir hukuk devletinde isek, bir Anayasal hak olarak düşüncelerimi söyleme, yazma, paylaşma özgürlüğümü kullanıyorum. Ama eşim sık sık “bu kadar sivri yazma, başına bir şey gelecek” diyor. Ben de ısrarla “ileri demokrasilerde böyle şeyler olmaz” diyorum.

Düşünüyorum da o mu haklı, ben mi? Yoksa bu özgürlük üzerine oynanan bir kumar mı?