Sabahın köründe kapı zili çalınınca uykulu uykulu kapıyı açtığında ağzı açık kalakaldı. Karşısında resmi giysili bir sürü kişi vardı. Daha “ne oluyor” demesine fırsat verilmeden “Ahmet Boştagezer sen misin?” sorusuna “Evet” demesiyle birlikte “hakkında ihbar var, arama yapacağız” dediklerini yarım yamalak anımsayabiliyordu.
Yapılan arama 3-4 saat kadar sürdü. Bu arada giyinmesine izin verdiler. Hiçbir sorusuna yanıt verilmedi, sadece beklemesi söylendi. Evde masanın üstünde günlük gazeteler, bunların verdiği ekler, dergiler, CD’ler, ara-sıra okuduğu 3-5 kitap, at yarışı gazeteleri ve masa üstü bilgisayarı vardı. Hepsine el konarak karakola gidildi.
Karakolda adını bilmediği bir terör örgütüne üye olmaktan ifadesi alındı. 20 sayfa kadar tutan ifadesinden hiçbir şey anlamadı. İmzaladı. Oradan Savcılığa götürüldü. Savcılıkta tutuklama istemiyle Nöbetçi Mahkemeye ve oradan da doğru cezaevine!
Herkes yeni gelene şüphe ile baktı ve sırasıyla “geçmiş olsun, Allah kurtarsın” dedi. Ahmet yaşamında ilk kez cezaevi görüyordu. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemeden sadece “sağ olun” diyebildi. Birazdan koğuşun kıdemlilerinden biri yatacağı ranzayı gösterdi. Ranzaya çıkıp sırtını koğuşa dönerek başına gelenleri anlamaya çalıştı. Gözleri dolmuştu, çaktırmadan ağladı.
Ne örgütü, ne üyeliği, hiçbir şey anlamıyordu. Hiçbir derneğe, partiye, kuruluşa üye falan değildi. Bir futbol takımı bile tutmazdı. Arkadaşları arasında bu nedenle alay konusuydu. Tek eğlencesi 3-5 arkadaşı ile oynadığı at yarışı idi.
Artık işi mahkemeye çıkacağı günü beklemekti. Her halde mahkemede neden tutuklandığını anlatacak, yanlış ortaya çıkacak, hemen serbest bırakılacaktı. Hiçbir örgütle işinin olmayacağını Hâkim de anlayacaktı. Bekâr, kimsesi olmayan, asgari ücretle sendikasız, sigortasız zar-zor bir iş bulup, aldığı üç kuruşla zorlukla geçinebilen, biriktirebilirse üç-beş kuruş köydeki ana ve kardeşlerine gönderen biriydi. Örgütle ne işi olurdu?
İlk gece gözüne uyku girmedi. Hep emniyet ve Savcılıkta yapılan suçlamaları düşündü. Hiç tanımadığı kişileri sormuşlardı. Bilgisayar zaten elden düşmeydi. İçinde bir sürü yasa dışı örgüt dosyası varmış! Bunları görse bile ne olduğunu anlamazdı zaten! Yine ikinci el bir cep telefonu vardı. Eski-meski işini görüyordu.
Sonra mahalle kahvesinde at yarışı oynarken gördüğü, ama arkadaşlık yapmadığı bir iki kişinin ismini anımsadı. Onlarla bir samimiyeti yoktu. Ama aynı mahallede oturuyorlardı, aynı kahveye geliyorlardı, o kadar! Bu güne kadar aynı masada oturmamış, bir çay bile içmemişti.
Mahalle kahvesinde arkadaşlarıyla at yarışı oynamalarını düşündü. Bazen işe giderken cepten arayıp “Bir numarayı unutma, onu tek geç” falan diyerek son aldığı tiyoları birbirlerine aktararak kupon yaparlar, hayallere dalarlardı.
Bilgisayarda zaten virüs koruma programı falan yoktu, olsa da anlamazdı. Telefonunu sadece konuşmada kullanırdı. Demek telefonları dinlenmişti!
Aylar sonra ilk duruşmasına çıktı. Aralarında at yarışı oynadıkları 3-5 arkadaşı olmak üzere 25 kişi kadar varlardı. Piyasadan haraç toplayan, şantaj yapan, uyuşturucu işine bulaşmış bir örgüttüler!
Sırayla savunmaları alınmaya başlandı. Kimse suçlamaları kabul etmiyordu. Bazıları sanki Avukat gibi bilgiç konuşuyorlardı. Bir sürü Avukatları da vardı. Ahmet’e ise Devlet bir avukat görevlendirmişti; yoksa hangi parayla Avukat tutacaktı? Suçlamaları kabul etmediler, yanlışlık olması gerektiğini söylediler.
Yargıç, “delillerin toplanması, istenilen belgelerin gelmesinin beklenmesi, bu nedenle duruşmanın 3 ay sonra falan güne bırakılması ve tutukluluk halinin devamına…” karar verince umudu yıkılmış halde koğuşa döndü.
Sonraları galiba 7. duruşmada “sehven” olduğu söylenerek serbest bırakıldı. Sevincinden havalara uçtu. “Yaşasın Adalet” diye bağırdı. Hemen tahliye ettiler, kendini ceza evi kapısı önünde buluverdi.
İçeri gireli 18 ay kadar olmuştu. Mahalleye, kiralık evine geldiğinde evde başkalarının oturduğunu görünce şaşırdı. Zaten eşya dediği üç-beş parça döküntü ev sahibi tarafından kömürlüğe konmuştu. Ev sahibi suratı bir karış “ben teröriste ev vermem” dedi!
Oradan iş yerine gitti. İçeri almadılar! Zaten sigortasız, asgari ücreti zor veren bir işti. Patron adamını gönderip “bir daha buraya uğramasın, teröristte iş veriyor dedirtmem, ben kanunlara saygılı bir işverenim” dedi.
Ama bunları hiç umursamadı bile! Kalabalıkta ve güçler dengesinin her an değiştiği ortamlarda ayakta durabilmeyi öğrenmişti. O an hapisteki o kara yağız, suratında bıçak yarası izi olan delikanlının sözleri aklına gelmişti. Onu birçok kez dayaktan kurtarıp sahip de çıkmış, “Bu âlemde bileğin güçlü, gözün keskin, arkan sağlam olacak, bir işin düşerse şu kişileri bul” demişti.
Ahmet’i artık o mahallede pek gören olmadı. Adını sık sık gazetelerde ve TV haberlerinde duydular. At yarışı oynadığı arkadaşlarını hiç unutmadı. Onlara en lüks otellerde krallar gibi baktı.
Giyinişi, davranışı, yürüyüşü değişmiş, bol para harcayan, vurduğunu deviren biri olmuştu. TV’de bir gün ünlü mafya babası ve ekibinin çökertildiğini dinlerken içlerinde Ahmet’i de gördüler.