Demir kapısından girince bahçeye, güller arasından tulumbanın yanından sıyrılıp dalardım evimize, damı beşikörtüsü evimizin tahtadan zemininde, gıcırtılar arasında aralardım odamın kapısını, siz bakamayın benim odamın kapısı dememe, kardeşimle “Kardeş payı yapmıştık hayatı” gece yarısı zemindeki tahtaların arasından iki minik fındık faresi peydalardı, gecenin geç saatlerine kadar konuşurdum onlarla! Evet, evet yanlış duymadınız arka ayaklarının üstüne kalkar benim çıkarttığım garip seslere dikkat kesilirlerdi, sonra onlarda garip seslerle bana cevap verirlerdi ve duydukları en ufak harici seste yıldırım hızıyla ait oldukları yere dönerlerdi.
Gecekonduydu evimiz ve hakikatken de gece konmuştu! Hem de bir gecede konu komşunun el vermesiyle dikilivermişti çocukluğumun sarayı, evimizin gecekondu olmasından hiç utanmazdım, çünkü herkesin evi en az bizim ev kadar gece konmuştu, hatta hatırlarımda mahallemize yapılan ilk caminin tuğlalarını biz taşımıştık…

Mahallemizde sevilen bir amcamızın ani ölümü sonucu, çocukluk arkadaşlarımızla bir üst sokağımızda toplandık. Artık gecekonduların yerlerinde koskocaman binalar dikiliydi ve o gecekonduların en güzel bahçeli olanı rahmetli olan amcamıza aitti.

Ilık bir akşamüstüydü hava kararmaya yüz tutmuştu, bende gözlerimi gecekondunun yerinde dikili duran binaya çivilemiştim, bir an kapattım gözlerimi ve mahallemizin eski hali geldi dikildi karşıma, karşımda duran gecekondunun bahçesinden öylesine güzel kokular geldi ki burnuma, yıllar öncesine ait güller öylece duruyordu karşımda! Rahmetli Emine teyze bembeyaz eşarbının altından her zamanki sevgi dolu bakışıyla gülümsüyordu gözlerime, o çoktan terk etmişti sebebi bekleyişimizi ve sebebi bekleyişimizde hiç evlenmemiş ve bu vuslat gününü beklemişti, ve bu gün Emine teyze ve Mustafa amcanın kavuşma günüydü! İşte o saadet günleriydi beynimde canlanan, sevgiyle yoğrulmuş bir hayatın meyvesi olan o bahçeden içeri girdim, zaman tüneline girercesine, sağda misafir odasında ki gümüşlük ilişti gözüme ve Emine teyzenin “yemek yediniz mi?” çocuklar deyişi, oysa bizim elimizde bir Barış Manço kaseti, yeni şarkıların merakı içindeydik “Ne o çocuklar örüklünün kasetimi çıkmış” dedi gülüştük oğlu Muratla!

Birisi girdi koluma ve hadi eve çıkıyoruz dedi! Gecekondunun yerindeki binaya doğru yürümeye başladım, attığım her adımda mahalle yeni haline dönüyordu, maziden eser yoktu! Yalnız yaşayan bir insanın yalnızlığı sinmişti odaya, “Allah için çocukları hayırlı evlatlardı çok ilgililerdi” ama yalnız olmamak denen şey etrafının kalabalık olması değildi! Evde çokça eşya yoktu, gereği kadardı ve tek kişilik bir yatak vardı, Emine teyzenin evi gibi değildi yani! Oturduk, birden gözüme karşımdaki dolap ilişti, gözlerim doldu ağlamaya başladım, kendimi durduramıyordum çünkü o dolap gecekondudaki gümüşlüktü ve o kadar yorgun duruyordu ki her şeyin özeti gibiydi çok ağladım o akşam çok...

Ve beyaz başörtüsünün altından gülümseyen o gözler geldi dikildi karşıma! Öylesine merhametli bakardı ki anlatamam, o kadar iyi kalpliydi ki hem Mustafa amca hem Emine teyze, sanki el ele tutuşup çıktılar evden, onlara yeni dünyalarında mutluluklar diliyorum ve biliyorum mutlular orada…

Ya biz ya biz Emine teyze…
Biz hala bu ülkenin zencileri olarak yaşamaya devam ediyoruz, biliyor musun kardeşim okuyamadı, sırf başı örtülü olduğu için ama olsun o da kendini farklı alanlarda geliştirdi, ütü yapıyor, bulaşık yıkıyor, bizim “Bayram vardı ya onun şehit haberi geldi” bu vatan için ölmeye hakkımız var ve seve, seve öleceğiz elbette! Ama başını açanlarla aynı Üniversiteye gitme hakkımız yok! Tıpkı bir zamanlar Amerika da BEYAZLARLA AYNI OTOBÜSE BİNEMEYEN ZENCİLER GİBİYİZ!