“Türkiye’de yaşayan herkes rahatlıkla “ben, Kürdüm, Çerkezim, Çeçenim, Rumum ya da Ermeniyim, Süryaniyim, Keldaniyim, Romenim” diyebilir. (Ben buna Arnavutum, Boşnakım, Pomakım, Arabım, Lazım ve benzerleri ni de eklemek istiyorum.) Bu tabii ve doğru kimlik belirleyiştir. Ama asla ve asla Türk’üm diyemez.
Hangi etnik gruptan olursan ol, onunla övünmek ve bunu “kültür mozaiği” söylemleriyle dayatmak, müstakbel oluşumlara filiz açmak haktır, doğrudur ve ilericilik addedilir. Ancak tek bir grup bundan istisnadır. Türk’ten, Türklükten bahsedersen anında “çağdışı” damgasını yersin, paranoyak ve şovenist olarak vasıflandırılırsın. Nedir insanımızı böyle düşündüren? Kimler bu söylemleri bıkıp, usanmadan, dillendirip zihinlere kazıyor? Her şey bir tarafa da; insanımızın öz benliğini, Türklük bilincini keşfetmesi neden faşizm oluyor?” diyor geçen ay yayınlanmış olan “Osmanlı Türkmüydü?” kitabının araştırmacı yazarı Necati Gültepe…
Necati Gültepe’nin yaptığı bu tespitler ve cevap aradığı sorular; Türk Milleti açısından tarihe kara bir gün olarak geçen, R.T Erdoğan, Barzani ve Şivan Perver ‘in 16 Kasım’da Diyarbakır’da bir araya gelişleri ile yaşananlar ve konuşmalar sonucu daha da bir önem kazanmıştır.
Türk Milleti, 16 Kasım’da yaşananlar ve konuşulanlardan sonra artık geri dönülmez bir yola girmiştir. Belki Türk Milleti arasında o güne kadar, hala aptallık düzeyinde bir iyimserlik içinde olmuş olanlar olabilir. Ancak bundan sonra, hala aynı durumda olanlar varsa, onların başına her şeyin gelmesi müstehaktır.
Siz hangi millete veya etnisiteye bağlı olursanız olun; eğer varlığınızı ve egemenliğinizi korumak için mücadele vermiyorsanız, maddi ve manevi ölüm ve de yok oluş kaçınılmazdır.
Türkiye’deki gelişmelere bakarsak, Türk Milleti; Atatürk’ün öldürülmesinden sonra maddi ve manevi olarak bir var oluş mücadelesi vermemiştir. Bu coğraya da şuursuzluk ve hedefsizlik içeren birgevşeklikte yaşamak mümkün değildir. Türk Milleti, bu gerçeğe rağmen büyük tuzaklarla bir gaflet batağına düşürülmüştür… Yaşadığımız şeyler, bize bunu göstermektedir.
Almanlar, bir ara kendileri için Türkiye’nin sosyolojik röntgenini çektirmişlerdi. Bu çalışmaya göre, nüfusumuzun %86’sı ırken Türk oğlu Türktür. Geri kalan %14’ün yarısı yani %7’imiz Türk olmasa bile Türklüğü özümsemiştir. Kalan %7 ise asla Türklüğü kabul etmemektedir. Yani %93’ümüz , kendini Türklüğün içinde kabul eder ve buna uygun yaşar. Şimdi ne oldu da bu Türk’ün sesi çıkmaz, konuşmaz ve yumruğunu masaya vurmaz oldu? İşte burada Necati Gültepe’nin tespitlerine dönmeli ve sorduğu sorulara cevap vermeliyiz diye düşünüyorum.
Türk Milleti, iç ve dış düşmanlarca yoğun bir psikolojik saldırı altındadır. Devlet bürokrasisi kontrol altına alınmış, ordusuna diz çöktürülmüş, istihbaratı işgal edilmiş, medyası ele geçirilmiş ve en kötüsü Türk halkı, korku ve ümitsizlik içeren bir ruh haline sokulmuş vaziyettedir… Bunlara rağmen asla ümitsiz olunmamalıdır. Bir de Türk Milleti’nin bütün mensuplarınca “korkunun ecele bir faydası yoktur” anlayışı, doğru anlayış olarak kabul edilmelidir.
Bahsettiğimiz psikolojik saldırı sebebi ile; Türk Milleti, ya gerçekleri görmemekte ya gerçekleri kabullenmek istememekte ya da doğruların yapılmaması için bol bol bahane ve mazeret üretilmektedir. Böyle davranıldığı ve yaşanıldığı takdirde Türklerin, bu coğrafyada yok oluşu kaçınılmazdır.
Türk Milleti, artık bu acı gerçekle karşı karşıyayadır. Kimse kimseyi kandırmasın. Sadece Kürtlerin değil bir çok etnisitenin ve gayri müslümlerin, Türk Milleti’ne karşı birlikte yürüttükleri büyük bir mücadeleye muhatap durumdayız. Görülüyor ki; güç ve hükümranlık Türk Milleti’nin elinden kaydıkça, kuzu postuna bürünmüş çakallar bir bir ortaya çıkmaktadır. Bunu tarihte daha önce yaşadık. Balkanlar, Girit, Musul ve Kerkük çok yeni örnekler olarak önümüzde duruyor. Geçmişteki gafletimizi ve ihanete ses çıkarmayışımızın bedelini, can ve toprak kaybı ile ödedik.
Artık Türk Milleti’nin aklını başına alma zamanıdır. Birlik ve beraberlik içinde, ihaneti ve gafleti yok etmeliyiz. Bir tuzaktan kurtulurken diğerine düşmemeliyiz. Önümüzde sandık vardır. Demokrasi, halen sorunları çözüm aracı iken, bu fırsat Türk Milleti’nce çok iyi değerlendirilmelidir. Size öyle veya böyle yapın demiyorum. Sadece Türk Milleti’ni ve dolayısıyla kendi varlığınızı koruyun, diyorum. Yoksa kan emiciler kapının önünde bekliyor . Gören göz ve akıl, kılavuz istemiyor!
Cahit Tanyol, Türkler için “Canların toprağa ten eyleyip… Köklerin yere öyle saldılar… Bir oğul arısı gibi kovandan… Taşra varıp dağıldılar.” diyor. Haydi bir oğul arısı gibi kovandan yine dağılalım“Türk Yurdu”nun dört bir yanına!”
Bu yazıyı 19 Kasım 2013'te yazmışım. Bu gün 20 Kasım 2016 yani üç sene bitmiş dördüncüye girmişiz. Üç seneden bu yana Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davalarının Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıflatmak için yapıldığı anlaşıldı. 17-25 Aralık operasyonlarının aslında doğruları yani yolsuzlukları içeren (dört bakan istifa etti) bir hükümet düşürmeye yönelik provakasyon olduğu ortaya çıktı. Türkiye'de halk ilk defa cumhurbaşkanını seçti. Ardından “çözüm süreci”nin aslında bir yıkım süreci olduğu kesinleşti. Yüzlerce şehit ve inanılmaz maddi kayıplarla ülkenin bölünmesinin önüne geçildi. Türkiye üst üste iki defa seçim yaşadı. Bu süreçte siyasetin ne kadar çapsız olduğu görüldü ve nihayet ülke 15 Temmuz'a geldi.
Gördük ki, memleketimiz Türk tarihinde benzeri olmayan bir felaketin eşiğinden döndü! Şimdi de ekonomimiz ağır sinyaller veriyor ve uygulanan politikalar sebebiyle dışarıda her geçen gün daha yalnızlaşıyoruz... Şimdi de önümüzde hiç gereği yokken bir “yeni anayasa” ve “devlet başkanlığı”dayatması ile karşı karşıyayız!
Üç yıl önce sizlere “Türkler Ne Yapacak?” diye sormuştum. Şimdi sorumu yineliyorum, sahiden ne yapacağız? Gözlerimiz hala gerçekleri görmeye kapalı mı?