Az kazansın, çok kazansın, her vatandaşın vergi vermesi vatandaşlık görevidir. Eli silah tutan her Türk erkeği askerlik yapmakla mükelleftir. Bunun gibi eli kalem tutan ve bugünkü gidişten memnun olmayan her Türk’ün kaderinde “hakaret” davasından ifade vermek de vardır.
Ben de bugün, bu vatandaşlık vazifemi ifa ettim.
30 Temmuz 2020 günü bazı yayın organları gibi Fatsa Güneş gazetesinde yayımlanan, takipçilerimin de belki hatırlayacakları “350 Bin Müslüman Ayasofya’da Neden Toplandı?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Fatsa Savcılığı 2 Eylül 2020’de hakkımda bir soruşturma dosyası açarak bu yazıda Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesinin 3. Fıkrasını ihlal ettiğimi ileri sürmüştü. Madde “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde altı aydan bir yıla kadar hapsedileceğine hükmediyor…
Bu yazı ile ilgili ayrıca açılmış bir dosya daha var ki, Adalet Bakanlığının iznine bağlı olduğundan henüz oradan izin beklendiği anlaşılıyor.
Fatsa’dan Ankara Talimat Savcılığına gönderilen dosya hakkında uzun süre bir ses çıkmadı. Nihayet, 11 Şubat günü Emniyet’ten arayarak ifade vermeye gelmem istendi. “Bu koşullarda nasıl gelebilirim? Bir yıldır evden çıktığım yok!” yanıtını verdim. Bunun üzerine birkaç saat sonra iki polis memuru eve gelerek yaşıma başıma baktılar ve mazeretimi bir tutanak haline getirip gittiler. Bu arada Fatsa Savcısının “İfadesini niçin alıp göndermiyorsunuz?” içerikli iki yazı gönderdiği, emniyetin salgın nedeniyle ifade almakta acele etmemiş olduğu anlaşıldı.
Aradan bir hafta geçmişti ki, 19 Şubat’ta semtimize en yakın polis karakolundan telefon ettiler ve savcının ifademi istediğini, bir hafta içinde karakola gidip ifade vermezsem zorla götürülmem talimatı aldıklarını anlattılar.
25 Şubat Perşembe günü, güzelce tıraş oldum, takım elbiselerimi giydim. Boyunbağımı bile taktım. Hani, iyi halden yararlanarak cezada indirim yapılabilir diye… Karısını kesen adam bile takım elbisesiz duruşmaya gitmiyor. Güzel bir havada evden çıktım. Beni arkasız biri sanmasınlar diye koluma avukatımı da takıp karakola gittim. İlgili memur, bizi güler yüzle ve nezaketle karşıladı. Daha önce hazırladığım, avukatımın da vekâletnamesiyle bir mütalaasını içeren metinleri verdik. Avukatım için “İpten adam alır bir avukattır ha!” diyerek bir hatırlatmada da bulundum…
En son emniyette eşimle birlikte ifademizin alındığı tarih Mart 1986 idi. Ankara’dan polis ekibi nezaretinde Ordu’ya götürülmüştük. Efirli Cezaevinde de bir ay hapsedilmiştik. Tam 35 yıl geçmiş! Bu kadar yıl sonra ve bu yaşta yeniden oralara “işim düşeceğini” düşünmedim desen yalan olur. Dedim ya her vatandaşın görevlerinden biridir ifade vermek. Bazıları için bu görev birden fazla olur!
Nazik polis memuruna sordum: “Kendi ifademi yayımlayabilir miyim?” “Tabii, dedi. Kendi ifaden istediğin gibi yayımlayabilirsin.” “Bir hatıra kabilinden karakolun önünde bir fotoğraf aldırabilir miyim?” diye de sordum. “Elbette, karakol sizin karakolunuz!” dedi. Çıkarken bunu da yaptık.
Böylece bugünü vatandaşlık vazifemizi ifa etmiş oldum. Sıra geldi ifademi yayımlamaya. Bakalım kendimi gereği gibi ve usulünce savunmuş muyum? (25 Şubat 2021)