Hafta sonu İstanbul civarında bulunan güzel mekanları ziyaret etmeyi gezmeyi severim.
Bu hafta onu da ailemle birlikte Kıyıköy'e gittim.
Kıyıköy de bir çay bahçesinde oturup Karadenizden esen ılık yaz rüzgarları eşliğinde çaylarımızı yudumlarken, hemen yan masada oturan yaşlı bir amcayla göz göze geldik.
Ben lafa girdim.
Merhaba amca Kıyıköy'lü müsün?
Amca başladı konuşmaya belliki konuşacak bir insan arıyormuş.
''Ben buralıyım benim babam muhacır.''
Burası Rum köyü değil mi? burada mutlak bir kilise vardır.
''Te şu kenarda yıkık bir manastır var.''
Peki burası Rum köyü de, Rumlar ne zaman buradan gitmiş, burada şu an da Rum var mı?
''Hayır şu anda Rum yok.''
Tarih vermeden anlatmaya başladı.
''Benim rahmetli babam anlatırdı, seferberlik sırasında burada yaşayan iki yüz kişiye yakın Rum kalenin içine toplanmış ve etrafını çeviren Türkler tarafından gaz yağı dökülerek yakılmak istenmiş.''
''Kalede bir süre aç susuz tutmuşlar, yakılma kararı alındığı sırada Yunanistan' dan bir gemi Karadeniz'e gelmiş ve Rumların tamamını gemiye almış ve gitmiş'' dedi.
''Bunu rahmetli babam anlatırdı'' dedi.
Kaç yaşındasın diye sorduğumda, ''Seksen üç yaşındayım'' dedi Ve o yaşta diri olmanın aklının yerinde olmasının moraliyle gülümsedi.
Daha sonra bu sohbet sürdü gitti.
Mübadele bu coğrafyanın, Balkanların Kafkasların yaşayan halkları için büyük bir dramdır.
Bu durum Rumlar için ne kadar acıklıysa Türk- Müslüman ahali içinde böyledir.
1923 yılından,1930 yılına kadar Atatürk ve Venizelos arasında yapılan anlaşma gereği üç milyona yakın Rum egeden Marmara'dan,Anadolu'nun çeşitli yörelerinden Yunanistan'a gönderilmiş,aynı sayıda Türk- Müslüman da oradan Türkiye'ye gelmiştir.
Kim olursa olsun lütfen empati yapın.
Ege ve Marmara bölgesinde bin yıl aynı toprak üzerinde oturan bir ailenin kapısına bir sabah ansızın asker dayanıyor ve diyorki ''On gün içinde burayı terkediyorsun ve falan adrese Yunanistan'a gidiyorsun'' dediğinde ne yaparsınız.
Bin yıl toprağa zeytini dikmişsin, ağaçlar gözünün önünde büyümüş,kurtlar, kuşlar, böcekler seninle uyumuş seninle kalkmış.
Vatanım toprağım bir karışı için canını veririm diye nutuk atanlar siz olsanız ne yaparsınız.
Ermeni tehciri ve Ermenilerin yok oluşu çok konuşulmuş olmasına rağmen, Rum ve Türk- Müslüman mübadelesi çok fazla konuşulmamıştır.
Cennet dediğimiz tatil yaptığımız gezdiğimiz bu yerler, Çanakkale'den başlayarak ta Hatay'a kadar uzanır.
Bu yerleşim yerlerinde Rumların mimarisi,kiliseleri dikmiş oldukları zeytin ağaçları,yemek kültürleri kısaca kokuları hala oralarda durmaktadır.
Bin yıl buralarda yaşamını sürdüren insanlar bir dakikada oraları terketmek zorunda bırakılmıştır.
Aynı durum balkanlardan kafkaslardan gelen Türk- Müslümanlar içinde geçerlidir.
bu gün Iraktan Suriye'den kaçan topraklarını terk eden Ezidiler,Suriyeliler, Kürtler,Türkmenler 1900' lü yılar da yaşanan dramı tekrar ediyorlar.
Aradan neredeyse yüz otuz yıl geçmesine rağmen, insanlığına acımasızlığı, yüreklerin kini nefreti bir gram azalmış görünmüyor.
Hani insanlık ilerledi,modernleşti,insancıl duygular gelişti fikri nerede.
Orta doğu da yaşanan göçlere ve katliamlara bakınca,insan ''adaletin bu mu dünya'' demekten başka bir isyan cümlesi kuramıyor.
Bu gün televizyonlardan izliyoruz ve elimizdeki aletle anında acıların üstünü örtüyoruz veya kaçıyoruz.
Oysa bu acılar 1900'lü yıllarda nasıl yaşandı ve yüzlerce yıl acı olarak insanlığın beyninde duruyorsa, bu gün ortadoğu da ve dünyanın çeşitli yörelerinde insanların yerlerinden yurtlarından sürgün edilmesini insanlık sadece seyrediyor.
Birleşmiş milletleri genel kurulunu eline geçiren beşli çete ne derse o oluyor.
Gazze aylarca bombalandı çoluk çocuk katledildi beşli çete ne dediyse o oldu.
Bunun için insanlığın vicdanı kör olmuş, acıma duygusu bitmiş,adaletin terazisi kırılmış,insanlığın gözünü para ve petrolün karası kaplamış.
Kim güçlüyse o haklıdır dünyası egemenlerin dünyası olmuş.
Kıyıköy de bir çay bahçesinde sohbetten geldiğimiz yer burası.
Amca deniz manzaralı evinin yerini gösterdi evine davet etti.
Bir daha gidişimde gelirim dedik ve ayrıldık.
Balkanlardan gelen amca da, babası da Rum evlerinde oturuyorlardı ve o evleri terk edenlerin ahları, vahları, beddualarının ağır manevi iklimiyle ortak yaşamanın derin kıvrımlarında vicdan muhasebesi yapmaya devam ediyorlardı.