Alo!

Alo.

Necip, nasılsın? Tanıyamadın mı yoksa.

Hımm, şey. Kusura bakmayın çıkaramadım da.

Tabi çıkaramazsın, aradığın sorduğun yok ki nerden çıkaracaksın. Kaç sene oldu görüşmeyeli. “ünlü” oldun tabi, bizim gibileri hatırlamazsın. Dün gece sahur programında gördüm seni. Ekran nasıl da yakışıyor yiğidime benim. Bir arayayım dedim. Numaranı değiştirmişsindir diye düşünmüştüm ama hayret, değiştirmemişsin.

Çok özür dilerim hala hatırlayamadım ben. Kim arıyordu?

Ben Muhittin oğlum, nasıl hatırlamazsın? Fakültede yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi hani. Hani “ölümüne kankaydık”

Eveeet, şimdi hatırladım. Vay, Muhittin nasılsın ne var ne yok?

Ne olsun be Necibim, Ramazan falan derken tatili bitiriyoruz işte. Sen nasılsın?

Ben de iyiyim. Malumun hem sahurda hem iftarda canlı televizyon programı yapıyoruz. Zor geçiyor Ramazan. Ne yediğimi anlıyorum, ne tuttuğumu. Reklam aralarında sahur ve iftar ile ne kadar idare edebilirsek. Gündüzleri de zorunlu olarak uykuyla geçiyor. Pek değerlendirebildiğimiz söylenemez Ramazan’ı. Senin nasıl geçiyor?

Çok iyi çok iyi. Bu sene ne acıkıyorum ne de susuzluk hissediyorum. Sahurda önümden kaçırıyorlarmış gibi ne varsa hepsini yedikten sonra bir sürahi de su içip yatıyorum. Öğlen sularında kalkıyorum, günün yarısı zaten bitmiş oluyor. Ağzım gözüm derken bir bakmışım ikindi olmuş. İftar hazırlıkları, pide, ezan. Bir oturuyorum sofraya yediğim önümde yemediğim arkamda. Teravihe kadar gelsin çaylar gitsin tatlılar.

Oh oh maşallah, keyfin yerinde bakıyorum. Allah bozmasın.

Senin işin de zor be kanka. Biz televizyonun başından izlerken sana imreniyoruz falan da yapılacak iş değil seninki.

Hiç sorma Muhittin kardeşim. Dizi izlerken kızdığımız o reklamlar var ya benim için çölde bir vaha sayılır. İki nefes alıyorum. Arada saate bakıyorum reklama kaç dakika var diye aynı okuldayken teneffüs saatine baktığımız gibi. Ayrıca gelecek konuklara hususi olarak çalışmak da cabası. Düşünmeden söyleyeceğin her cümle kırılması muhtemel birer pot sayılır bizim meslekte. Bazı konuklar var programı alıp götürüyorlar, bazıları ise ne kadar ittirsen gitmiyor. En çok isimlerini aklımda tutarken zorlanıyorum. Çok göz önünde olmayan bir konuk geldi mi “eyvah” diyorum. Gerçi kendime ufak bir yöntem buldum aklımda tutmak için: misafirleri koltuklara isimlerinin harf sırasına göre oturtuyorum. Bir de reklam kadar olmasa da bana iyi gelen ilahi fasılları var derin nefes aldığım.

Ne dertliymişsin arkadaş sen. Ne zorluklar, ne yaman şartlar. Ne bileyim bize kamera ve ışıkların önünde durmak hep cazip gelir ya kolay zannediyoruz demek. Tabiî ki bize yani halka; sizlere, yani ünlülere değil.

Öyle deme hacı yahu. Ben yine aynı Necipim. Ünlü olduğum, değiştiğim falan yok. Mahalle bakkalında bile kimse tanımıyor beni. Biri çıkıp da “bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” dese, inan kendi telefonumu uzatıp “benim telefonla da çeker misiniz?” diyeceğim. O kadar yani.

Oğlum, üniversitede çok kitap okurdun, dalga geçerdik falan da aldın yürüdün haa. Hadi yazar falan olsan neyse de nerden çıktı  bu programcılık?

Muhittin kardeşim. Orası uzun mesele. Yönetmen işaret ediyor, birazdan yayına gireceğiz. Telefonunu kaydediyorum ben. Bir ara yine konuşuruz olur mu? Kusura bakma. Hatta bir gün misafirim olursun hasret gideririz.

Olur Necipciğim. Hadi sana kolay gelsin.

Sağolasın, anlayışın için teşekkürler.

Necip, bir şey diyecektim. Canlı yayında bana bir selam gönderir misin kardeşim? Şu Ramazan günü “kanka”nı sevindirmiş olursun.

…???

Necip, Necip, alo, aloooo…