Epey zamandır Recai Bey ile görüşmemiştik. Salı günü boş dersimi fırsat bilerek-ikinci sınıfların İngilizce dersi var ve bu derse İngilizce öğretmeni giriyor- kendisini makamında ziyaret ettim.

Beni bütün samimiyeti ile karşıladı, hemen yanı başındaki semaverden hem kendine hem bana çay koydu. “Bizim çayımız, bir fatiha üç ihlas ile demlenmiştir hocam, her yudumu ayrı bir derde şifadır.” dedi. Hal hatır faslından sonra çekmecesinden emeklilerin eskiden fişleri doldurdukları KDV zarflarına benzer beyaz bir zarf çıkardı, bana uzattı. “sayın hocam, bu zarfı sabah postacı getirdi, senin gözler görüyordur, ben artık gözlüksüz okuyamıyorum, yakın gözlüğümü de aksi gibi evde unutmuşum, şunu bir okuyuversene, neymiş ne değilmiş öğrenelim.” Zarfı aldım “Bursa’dan gönderilmiş, gönderen Aydın Gencer yazıyor üstünde.” dedim. Açmamı istedi. Zarfın içinden iki sayfa yazı ile bir tomar fotoğraf çıktı. Mektubu yüksek sesle okumaya başladım.

“Pek muhterem Recai Bey Efendi, ben ailesi Bulgaristan göçmeni olan eşim ve ellerinizden öpen bir de kızımla birlikte Bursa’da ikamet ediyorum. Sizi çok mühim bir sebepten dolayı rahatsız ediyorum. Herkes tarafından saygı görmenizin, her dertlinin sesine kulak vermenizin, her müşkülatı halletmenizin şöhreti Bursalara kadar ulaşmış bulunmakta. Hele akmaz mahalle çeşmemizi muhtarlık maaşınızla ihya edip gürül gürül akıtmış olmanız bütün Bursa’da kulaktan kulağa adeta bir efsane gibi anlatılır oldu. Bu cömertliğinize dayanarak bir sıkıntımızı size arz etmek istedim.





Efendim biz, geçen ay senelik iznimde ailecek Bulgaristan’a, hanımın akrabalarını ziyarete gittik. Gittiğimiz mahallede vakit namazlarını kıldığımız İskenderpaşa Camii haziresinin hali içimi acıttı, kanıma dokundu. Bu caminin yaşı tam emin olamamakla birlikte beş veya altı asır gibi tahmin ediliyor. Bahçesi ve mezarlığı var. Kendisi mükemmel ama servilerin gölgesinde serin serin uzanmış mezar taşları harap olmuş. Yıkı taşları dizmek için bu işten anlayan birinin olması gerekiyor. İmam efendi kendi çabalarıyla koca çınarı ayakta tutmak için çabalıyor. Malumunuzdur belki ama ben yine de söylemek isterim. Buralarda zamanında birçok cami varmış. Büyükler öyle diyorlar. Şimdi ise yalnızca İskenderpaşa Camii kalmış. Cemaati de azımsanmayacak kadar var. Zaten imama maddi manada yardımcı olan da cebindeki üç beş kuruşu arttırıp camiye getiren cemaatmiş. Zamanında cennet mekan sultan II. Abdülhamid Han tadilatı için emir vermemiş olsa belki şimdiye kadar göçüp gidecekti.




Diyeceğim o ki bir el atsanız da şu camiye yardım ayarlasanız, imam arkadaş mezarlığa çeki düzen verse. Ustaları ayarlamış zaten olmayan tek şey para. Biliyorum ki bana müspet cevabınız gelecek. Şimdiden Allah razı olsun diyorum. Allah’a emanet olun.”




Mektup bitti ama ben de bittim. Anlatılanların ağırlığı bir tek benim omuzlarıma değil Recai Bey’in de omuzlarına çökmüştü. Bana yorgun gibi bakıyordu. Fotoğraflara bakarken konuşmaya başladı: “II. Abdülhamid Han’ı gördün mü? İçeride birçok sıkıntıyla uğraşırken dışarıdakileri de ihmal etmemiş. Her tarafa o mübarek elini uzatmış. Sen ne kadar karalamaya çalışırsan çalış, hiç unutturabilir misin adını koskoca sultanın.” dedi. “Mahalle hocasına söylesek de Cuma namazını müteakip bu camiye para toplasak.” Olur der gibi başımı salladım. Tam “Bursa’da çeşme tadilatı yaptırmışsınız da haberimiz yok.” diyecektim, bu konuya gireceğimi tahmin etmiş olacak ki “Seçimler de yaklaşıyor, hala karar veremedim aday olup olmamaya.” dedi. Aday olmasının sadece İslambey Mahallesi için değil bütün vatan sathı için faydalı olacağını içtenlikle anlattım. İkna olur gibi oldu.

Çaylarımız bitmiş, benim dersin saati yaklaşmıştı, müsaade istedim. Ayağa kalktı, kapıya kadar uğurladı. “Sen şu fotoğrafları al, bu mektubu da gazetende yazıver, olur mu? İnsanların haberi olsun böyle bir yardım kampanyasından.” dedi. “Tamam, yazarım.” dedim, vedalaştık.