Elazığ’ın Ağın ilçesinde 1960’ta öğretime açılan bir ilkokulun çatısında Amerika’dan gönderilmiş 70 teneke bitkisel yağ bulunmuş. Tenekelerin üstünde biri ABD’yi biri Türkiye’yi temsil eden iki el resmi varmış ve bu yağların ABD halkının armağanı olduğu yazılıymış.

Bu haber, 1960 sonrasında köy ilkokullarında görev yapan öğretmenlere çocuklara içirdiği Amerikan süt tozunu hatırlatmış olmalıdır. Ben de öğretmenliğe başladığım 1964-1965 öğretim yılında Konya’nın bir köyünde aynı şeyi yapmıştım. Süt tozuyla birlikte okula un da teslim edilmişti. Her gün velilerden biri bu ekmekleri pişiriyor, okulda kaynattığımız süt tozuyla birlikte öğrencilere yediriyorduk. Türkiye’nin buğday ambarı Konya ovasında, aynı zamanda koyun besleniyordu.

Amerika Türkiye’nin dostuydu! İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda galipler dünyayı nüfuz bölgelerine ayırırken Türkiye Amerika tarafına bırakılmıştı. Türk yetkililer de fukara bıraktıkları Türkiye’yi Batı kampına bağlamaya pek teşne idiler. Amerika, Türkiye’yi himayesine almıştı. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyeceği için Türkiye’nin bazı ihtiyaçlarını karşılamaya hazırdı.

1965 yazında er öğretmen olarak askere alındığımda kullandığımız tüfeklerin M-1 markası taşıdığını öğrenecektim. (Em-Bir derlerdi). Arazide yemek için dağıttıkları ve boş fişekliklerimizde taşıdığımız peksimetler de doğrusu pek doyurucu idi.

20 KURUŞA AMERİKAN BUĞDAYI

Kim bilir Amerika Türkiye’nin ve ordunun başka hangi ihtiyaçlarını karşılıyordu. 1950’lerde Marşal yardımından çok çocuklu ailelere yardımlar yapılmaktaydı. Babamla ilçeye inen annem, Marşal Yardımı’ndan alınan parayla çoluk çocuğa bir şeyler getirmişti. Benim payıma ilk kez giyeceğim bir lastik ayakkabı düşmüştü de gece onunla yatağa girmiştim! Korgan’daki ambardan Amerikan yardımı galiba yarı fiyatına (20 kuruşa) buğday alıp eşekle eve getirdiğimi de hatırlıyorum. Karadeniz bölgesi buğday ekmeği bırakmış, tarlaları mısıra ayırmıştı ve arazi fındık bahçeleriyle kaplanıyordu. Amerikan buğdayı köylünün börek, makarna gibi ihtiyaçları için kullanılıyordu.

Amerika, büyük, zengin ve kalabalık bir ülkeydi. İkinci Dünya savaşı yıllarında ordunun ve halkın ihtiyaçları için bol miktarda sanayi ve tarım ürünü üretmişti. Şimdi elinde kalan bu malları, açlık ve yoksulluk çeken ülkelere hibe ediyor, bu yolla hem o ülkelerin hükümetlerini kendine tabi kılıyor, hem de halkın gönlünü kazanıyordu.

Daha 1950’den önce Türkiye’nin ABD tuzağına düşmesine karşı çıkan bağımsızlıkçı aydınlar seslerini yükseltmemiş değildi. Ancak bunlar susturulmuş, 1946’da kurulan iki sosyalist parti kapatılmış, siyasi hayata CHP’nin yanında hepsi de Amerikancı olan Demokrat Parti, Milli Kalkınma Partisi ve Millet Partisi de katılmıştı.

SÜT TOZUNU BOYKOT

1960 Devrimi sonrasında Türkiye’de bağımsızlıkçı ve devrimci hareketi adeta bağlarından boşanmış, emperyalizm karşıtlığı dalga dalga yayılmaya başlamıştı. 1963’te kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası, çocuklarımızı Amerikan sütleriyle beslenmesine karşı çıkıyordu. Bazı okullarda öğretmenler bu sütleri içirmeyi reddettikleri için soruşturma geçiriyordu. Demek ki bu dalga 1964-1965 öğretim yılında benim öğretmenlik yaptığım köye ulaşmamıştı ki, öğrencilerimin bu sütü içmelerine engel olmamışım. İlçede Türkiye Öğretmen Sendikası da henüz kurulmamıştı.

1967 yılında kaydolduğum Gazi Eğitim Enstitüsü’nün yemekhanesinde bir ara Amerikan yağ ve bulgurlarının kullanıldığını öğrendik. Öğrenciler bu yağların midelerine oturduğundan ve kötü bir koku saldığından şikâyetçiydiler. Bunlara karşı asıl tepkinin Amerikan malı olmalarından kaynaklandığı da açıktı. Dünya halklarına kan kusturan Amerika’nın bizi besliyor görünmesine razı olamıyorduk.

YERLERE SAÇILAN AMERİKAN BULGURU

16 Aralık 1969 günü, sınıflarımızdan çıkıp yemekhanenin kapısına vardığımızda, kapıya dayanmış bulgur çuvalları yüklü bir kamyonla karşılaştık. Çuvallarda yağ tenekelerinin üzerinde olduğu gibi, Amerikan ve Türk bayrakları ile dostça sıkışan iki el figürü vardı.

Orada biriken kalabalık içinden heyecanlı bir arkadaşımız olan Müzik Bölümü öğrencisi Latif Güvercin, bana: “Şu çuvalları delip bulguru yere saçalım mı?” diye sordu.

“Basın bıçağı!” dedim.

Birkaç öğrencinin kamyona tırmandığı sırada, bir öğrenci Başmuavinin beni istediği haberini getirdi. Ana binaya döndüm ve Başmuavin Hüseyin Özcan’ın odasına girdim. Geçmiş gün, benimle ne işinin olduğunu unuttum. İdarenin benimle işi hiç eksik olmazdı gerçi. Öğrenci Derneği başkanlığımın bitmesine iki hafta kadar vardı.

Odasından Başmuavinle birlikte çıktık. Yemekhanenin kapısına ulaştığımızda yerlere saçılmış bulgurlarla ve yarısı boşalmış çuvallarla karşılaştık. Latif Güvercin ve daha birkaç öğrenci bu olaydan ötürü karakolda sorgulanmış ve serbest kalmıştı.

12 Mart 1971’den sonra bütün Yüksek Okulların öğrenci dernekleri ve dernek başkanları gibi Gazi Eğitim Enstitüsünün devrimci öğrenci önderleri Mamak’ta buluşturulduk. Latif güvercin de aramızdaydı. Hakkımızdaki birçok suçlamanın içinde “Amerikan bulgur çuvallarını delip bulgurları dökmek” de vardı. Hayatımda zorunlu kalıp inkâr ettiğim pek az olaydan biri budur: Amerikan çuvallarını delme işinde olmadığımı, Başmuavinin de buna tanık olduğunu, yemekhaneye birlikte gittiğimizi ve olayla orada karşılaştığımızı söyledim! Öncesini hesaba katmazsak olayın bu kısmı doğruydu. Hoş, “Basın bıçağı” dediğimi söyleseydim de dokuz yıl üç ay olan cezam herhalde artacak değildi. (Üç yıl yatıp Anayasa Mahkemesinin 1974’teki kararıyla tahliye olduk.)

Öyle anlaşılıyor ki, Ağın’daki ilkokulun müdür ve öğretmenleri, Amerikan yağlarını çocuklara yedirmeyi yurtseverlik onurlarına yedirememişler. Yağları imha etmeyi göze alamayarak kimseye göstermeden okulun çatısında saklamışlar. Bu sırrı da yıllarca kimseyle paylaşmamışlar. Ne de olsa gençliğin deli doluluğu ile devlet memurlarının tedbiri elden bırakmayan tutumları farklı oluyor… (12 Haziran 2020)