1970 yılında orta okula başladığımda solcuların, komünistlerin, ''vatan haini'' oldukları söylemiyle tanıştım.
O yıllarda Nazım şiirlerini okuyanlar veya bir satırını bile üzerinde taşıyanlar okuldan atılırdı.
O yıllarda karakollarda işkencelerin her türlüsü vardı.
İşkence etmek bugünkü kadar modern değildi.
O gün işkence ve kötü muamele görenler göz yaşlarını içlerine akıtırlardı.
Çünkü ağlamak ayıptı.
Şimdi ise modern işkence aleti olan biber gazı sayesinde yüzbinler aynı anda alanlarda ağlıyor.
Bu biber gazını kim çıkarmışsa eline sağlık.
Hiç olmazsa pos bıyıklı yiğit delikanlıları binlerin içinde ağlarken görüyoruz.
İşin şakası bir yana, Türkiye'de çok şey değişti gibi dururken, ceberrut devlet ve yasakçı zihniyetin hiç değişmediğini görüyoruz.
1970 li yıllarda yasak denilen bir çok şey bu günde yasaklarını sürdürüyor.
Bu yasaklar ve işkenceler o gün kime yapılıyorsa, bu günde hemen hemen aynı kesimlere yapılıyor.
Bu gün cephe biraz daha genişlemiş gibi görünüyor.
O gün solcular, sosyalistler, komünistler vardı, bu gün buna Atatürkçüler, Kemalistler, sosyal demokratlar, liberal demokratlar, demokratik solcular, ulusal solcular, milliyetçi solcuları da ekleyebiliriz.
Demekki bu gün gazın ve copun, kötü muamelenin ve hapislerin karşısında cephe daha geniş duruyor.
Buna Kürt hareketinin içinde gelişen demokrasi güçlerini de katmak mümkün.
Genişlemiş cephe Ankara'da ve Türkiye'de alanlardaydı.
AKP iktidarının, dolayısıyla ceberrut devlet anlayışının baskısı, bu geniş kitlenin üzerinde gazıyla ve copuyla sindirme ve püskürtme hamlesi içindeydi.
Barikatı kim açtıysa açtı ama o barikatın açılması bu geniş kitlenin bir noktaya akmasını sağladı.
Yani Ankara da bu farklı fikirler bir noktada buluştu ve oraya yürüdü.
Bunun adı Mustafa Kemal Atatürk.
Demek ki yüz yıl sonra Atatürk büyük kitlelerin ortak paydası ve ortak yürüyebilecekleri bir amaç olarak hala canlı ve diri bir şekilde bu topraklar içinde yaşayabiliyor.
Bunu söylerken Atatürk'ün bir insan olduğunu, o günkü şartlar içinde söylediklerinin büyük çoğunluğunun bu günde geçerli olduğunu, o gün yaptıklarını eleştirme hakkım olduğunu belirtmek isterim.
Çünkü insanları tabulaştırmak, putlaştırmak ve tapar hale getirecek dogmalara dönüştürmek benim bakış açım içinde yer almıyor.
Peki ne oldu da bu farklı fikirler Ankara da bir araya geldi ve topluca ve heyecanla Atatürk'e yürüdü.
Burada AKP iktidarına ve sayın başbakana teşekkür etmek gerekecek.
Çünkü bu anlayış 1970 li yıllardan bu güne biraz evvel saydığım grupların çektikleri sıkıntıları anlamamış ve iyi tahlil etmemiş olmasına bağlıyorum.
Bu damarda isyan vardır.
Yani Pir Sultan'ın şah inadı, Nazımın isyanı, Atatürk ve onun isyan hareketi olan Kuvayi Milliye vardı, Şeyh Bedrettin vardı, Denizler vardı, kısacası yüz yıllık isyanın ve direnişin bütün damarları oradaydı.
Bu damarın çocukları aynı refleksle Ankara'daydı.
İktidara teşekkür etmek gerekecek çünkü yüz yıldır bölük pörçük bir şekilde birbirlerini yiyerek bu günlere gelen bu yapının çocukları 29 Ekim günü bir arada kol kola Atatürk'e yürümüşlerdir.
Bu yapının ortak paydası Atatürk olmuştur.
AKP iktidarı bu damarın üstüne gitmeye devam ederek ve baskı yaparak onların toparlanmasına sebep olmuştur.
Bundan dolayı bu anlayış devam ederse önümüzdeki yıllarda kurulacak barikatları çoğaltmak gerekecek.
Belkide 81 vilayette Atatürk heykellerinin etrafına, tıpkı Ankara da olduğu gibi barikatlar kurmak gerekecek.
Bu yıl bütün illerde bir şekilde ateşler yanmış ve bu ateşin öncüsü gene Atatürk olmuştur.
Bu hamlenin ve hareketin ve farklı düşüncelerin tek bir çatı altında toplanarak, yapacakları güç birliğiyle bir tek partiyi desteklemeleri halinde iktidar yolu açılacaktır.
Bunu nereden biliyorum.
Bu güç toplumun ve Laik Cumhuriyet'in eğittiği, okuttuğu eğitimli, bilgili, görgülü bir gücü temsil ediyor.
Tek eksikleri, kazanımlarını bir tek siyasi akım içine akıtıp sel haline getirememiş olmaları.
Toplum içinde gene farklılıklar ve farklı düşünceler olacaktır ve olmalıdır.
Bunu inkar etmek ve herkes aynı düşünsün demek Faşizmle eş değer olacağından, bunu da talep etmemek gerekecektir.
İşte bu gün gelinen noktada siyasi iktidar kendisinden farklı düşünen ve kendisini beğenmeyen veya yuhalayan herkesi ''Terörist ve kötü'' ilan etmiştir.
Bence en büyük tehlike de budur.
Terör yasaları orta yerde dururken, tenis maçına giden yirmibine yakın insanı ve toplamda seksenbin seyirciyi bakan yuhaladı diye terörist ilan etmek anlaşılır bir durum değildir.
Üstelik tenis maçı seyircisi Beşiktaş'ın ''Çarşı grubu'' falanda değildir.
Bu seyirci İstanbul büyük sermayesinden beslenen burjuva seyircidir.
Türkiye'de teröristlerin fakir çocuklarından çıktığını bilirdik.
Demekki burjuvanın da teröristi olabiliyormuş.
Son bir konuya da değinerek bitirelim.
29 Ekim'de CHP İstanbul İl Başkanı Sayın Salıcı'nın yaptığı konuşma veya ağzından kaçan bir cümle, bu anlattıklarımızın üstüne kara bulut gibi çöküverdi.
Sayın Salıcı'ya il başkanlığı yapmış ve sayın Ecevit gibi titiz ve kılı kırk yaran konuşma metinleri hazırlayan bir değerli kişiyle çalışmış bir abisi olarak tavsiyem şu olur.
Basının karşısında ne olursun irticalen konuşma, söyleyeceklerini yaz oku mesajını ver ve sus.
Çünkü konuştukça batıyorsun.
Senin yüzünden koskoca CHP darbeci yaftasını yedi ve bir kaç gündür bu taşı çıkarmak için uğraşıp duruyor.
Sosyal demokratım diyen kimsenin dayanacağı bir tek güç vardır, o da HALK'tır.
Bunun dışında halkı küçümseyen,''Göbeğini kaşıyan adam'' diye küçümsenmek, ''Bu halk cahil başına bir çoban gerekir'' diyen yaklaşımdan ne solculuk, ne de insanlık çıkar.
Sosyal demokratım diyenlerin öncelikle bunu öğrenmesi gerekecektir.