Yıllardır inşaat mühendisi olarak mesleğimizi yapmanın gayreti içindeyiz.

1999yılında meydana gelen depremde binlerce insanın hayatını kaybetmesinden sonra vatandaşın mühendise ve inşaata bakışı değişti.

Artık inşaatın çok önemli bir iş alanı olduğunu ve mühendislik mesleğinin önemi anlaşılır oldu.

Artık şu cümleyi çok sık duyuyoruz.''Doktor hata yaparsa bir insan ölür,mühendis hata yaparsa yüzlerce insan ölür.''

İnşaat ve deprem konusunda bilinçlenen vatandaş ''İnsanı deprem öldürmez, kötü yapılan bina öldürür'' fikrini de öğrenmiş görünüyor.

Mühendislik yaşamımızda karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi de vatandaşla ne zaman bir araya gelsek, hemen'' Benim binama bakar mısın,sağlam mı?''

Bu sorunun cevabını hemen vermenin çok kolay olmadığını belirtiyor ve teknik detaylara boğmadan anlatmaya çalışıyoruz.

Şöyle ki;

Binalar insan gibidir.

Binalar doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler.

Bu durumda bir insan doktora gittiğinde öncelikle muayene olur.

Hasta eğer çok kötü durumda ise yüzüne bakarak hasta olduğunu tahmin edebilir, hastalığı bakarak teşhis edemez.

Binalarında yüzüne bakarak hasta olduğunu anlarsın ama hastalığın ne olduğunu ve hastalığın ne boyutta olduğunu anlayamazsın.

Doktor hastalığı anlamak için ve teşhis koymak için öncelikle kan,idrar,MR v.s tahlilleri ister.

Mühendiste binanın hastalığına teşhis koymak için öncelikle binanın yapıldığı arazide zemin etüdü ister.

Betonun sağlam olduğunu anlamak için binanın çeşitli bölgelerinden beton örnekleri alınır.(Karot numuneler.)

Binanın taşıyıcı sistemi üzerinde kullanılan demirler yeterli midir ona bakılır.

Bunun için ultrason cihazı ile nasıl ki insan vücudu gözleniyorsa ona benzer bir aletle beton içinde bulunan demirler yeterli mi değil mi, çürümüş mü (Korozyon - paslanma) ona bakılır.

Binanın taşıyıcılarında (kolon-kiriş-temeller-döşemeler-taşıyıcı perdeler) kırılma çatlama var mı ona bakılır.

Tıpkı insanın kemiklerinde çatlama kırık ve eğilme ve kireçlenme var mı ona bakıldığı gibi.

Ayrıca bina yapılırken projesi var mı, varsa projeye uyulmuş mu ona bakılır.

İnsanın aşıları doğuştan itibaren tam yapılmış mı ona bakılır gibi.

Doktor bütün tetkikler yapıldıktan sonra hastaya teşhisi koyar.

Hastalığı ya ilaçla tedavi edecektir,yada ameliyat yapacaktır.

Mühendiste bütün tetkikleri önüne alır ve teşhisi koyar.Sonuçlara göre bina ya sağlamdır ya da çürüktür.

Bu durumda tıpkı insanda olduğu gibi tedavi önerir.

Bina çok kötü ise binanın yıkılmasını ve yeniden yapılmasını önerir.

Tıpkı insanın hastalığında tedavi yöntemi bulamayan doktorun '' Hastanı al eve götür ölümünü beklemekten başka çare yok'' demesi gibi.

İkinci yöntem ''Binanın tedavi olabilecek bir hastalığı var bunu yapalım'' der ve binanın güçlendirilmesini önerir.

Binada güçlendirme yapmak tıpkı insana ameliyat önermekle eşdeğerdir.

Binanın güçlendirme maliyeti o günün rayiç bedelleri üzerinden yeni yapılacak bina maliyetinin %40' ını geçerse gene binanın yıkılıp yeniden yapılmasını öneriyoruz.

Bina güçlendirmesinde ki yöntem taşıyıcı sistemlerin depreme karşı kesitlerinin dayanıklı hale getirmesi olayıdır.

Tıpkı insanın belli organlarındaki kırıkların platin takılarak güçlendirilmesi gibi.

Bunun teknik detaylarına ve ayrıntılarına girmek istemiyorum.

Bu yazının amacı mühendislik eğitimi almayan yurttaşların konuyu anlaması içindir.

Bunun için anlaşılması için teknik sözcüklere girmeden konuyu anlatmak istiyorum.

Doktor hastayı ameliyat ettikten sonra veya ilaçla tedavi ettikten sonra hasta normal yaşamına döner ve yaşamını sürdürür.

Bina güçlendirmesi teknik şartnamelere uygun olarak yapıldıktan sonra canlı diri güçlü bir şekilde tarihin derinliklerine doğru yaşamaya devam eder.

Bina sağlam ise deprem olduğunda binayı terk etmeden bina içinde beklemek gerekir.

Sadece mobilyaların ve eşyaların devrilmesine karşı tedbir almak gerekir.

Bunun içinde mobilyalar duvarlara vidalarla bağlanmalıdır.

''Binam sağlam mı'' diye sormanın cevabının ne olduğunu anlattık.

Son olarak yaşadığım bir olayla bitirmek istiyorum.

Genç bir yurttaş iş yerime geldi ve binalarına baktırmak istediğini ve binalarının depreme karşı dayanıklı olup olmadığını öğrenmek istediğini söyledi.

Beraberce binalarına gittik.

Kapıda genç yurttaşın babası bizi karşıladı.

Binaya geliş sebebini anlattım.

Baba beni binaya sokmadı ve aynen şöyle dedi.''Binaya girip binanın çürük olduğu ortaya çıkarsa huzurumuz kaçar ve binada rahat uyuyamayız, bundan dolayı bizim binamıza bakma ve sağlam mı çürük mü söyleme, bizim de huzurumuzu bozma'' dedi.

Binaya giremedik ve'' Allah'ın dediği olur, Allah alnımıza ne yazmışsa onu yaşarız'' diyen babayı binası ile baş başa bırakıp döndük.

Bu tavır da tıpkı hasta insanın doktora gitmeye korkması ve ya bana kanser teşhisi koyarsa korkusu ile eşdeğer bir tavır olarak yorumlayabiliriz.

17 ağustos 1999 depreminden bu yana 16 yıl geçti,bilimsel olarak büyük depremin olması öngörülen süre için 14 yıl kaldı.

Biz 16 yıldır hala kağıtla, kalemle, planla, projeyle uğraşıyoruz ve İstanbul'un depreme karşı yıkılıp yeniden yapılması konusunda ciddi adımlar atamıyoruz.

6306 sayılı ''Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'' çıkalı yıllar oldu.

Bu kanuna dayanarak toplumun yararına kentsel dönüşüm yerine özel şirketlerin çıkarına dönüşüm diyerek yeni rant alanları yaratmanın adımlarını attık.

Bununla ilgili özellikle GOP ilçesi için önerilen 1/5000' lik nazım imar planının 12 mayıs 2015 gününe kadar askı süresi bittikten sonra bu planın GOP ilçesine ne getiriyor ne götürüyor konusunu yazmak istiyorum.