Saçları ev kesimi çocukların yayla yollarında giden arabalara iç geçirerek bakışlarında kim bilir ne umutlar saklı, sıra dağların arkasında bir büyük şehir ve o şehirlerde ışıklı parklarda oynayan çocuklar var, geçen arabaya bakarken “kaç basar lan bu” diye sorulan soruya arkadaşın iddialı cevapları ve onu ikna etmeye çalışan çocuksu tonlamalar. Ellerinde yayla çiçekleri, saçlarını şefkatle okşayan rüzgâr isli kandillerin köründe bir günün ertesi ve isli demlikte ıslık çalan kekiğin mis gibi kokusu, yüzleri kara ama anlı açık çocuklar ve en önemlisi günahsızlar…

Günahsız kalabilmek ne ulvi bir sanattır, günahlarını başkalarının sırtına yüklemeden yaşayabilmek, işlediği günahların muhasebesini yapıp yanlışa yan çizmek, usta bir gönül maharetidir! Acısıyla tatlısıyla geçen bir ömür ve merdiven altı imal edilmiş mutluluklar, ne garantisi var, nede sonsuz müşteri mutluluğu! Gerçek mutluluğu aradığımız her yerde kapı duvar, belli ki uzun zaman olmuş buraları terk edeli, dilimde hüzünlü bir türkü “bülbül ötmez kervan geçmez gel hele” ortada mutsuzluk varsa yakılacak bir türküde vardır elbette… 

Şehirlerde ise arabesk yüklüdür muhabbetler, siyah bir poşetle başlar gece şangır şungur, kâh ıssız bir yol kenarı olur mekân, kâhsa yol kenarına park edilmiş camları buharlı arabanın ön koltuğu, teypten Müslüm Baba nağmesi yükselir “Hasret rüzgârları çok erken esti” tadında! Sonrada bir nara “ah ulan ah cebimizde üç beş kuruş olsaydı da ayağımız çamurdan kurtulsaydı” 

Köyde ya da şehirde, nerede yaşarsak yaşayalım sonuçta kiralık bu can bedene, zamanı gelince gemi demir alacak bu limandan ve her limanda bir el sallayan vardır elbette, dedim ya köyde ya da şehirde, noktasından virgülüne yaşanacak kadar yaşanacak ömür! Virgüllerde kısa,  noktalarda uzun gelecek hayat bize, velhasıl noktasına virgülüne dokunmadan okunacak yazı alnımızın en ak sayfasından, ya da alnımıza sürdüğümüz kara lekelerin arasında kaybolacak koskoca bir hayat! Hayallerimizin iz düşümü değildir ömür. Hayal, sadece zamanını beklerken bizi oyalayan avuntudur!  

Nasılda geçmiş zaman, daha dün başladım sanki yazmaya mail atmayı bile göze alamamıştım, ulaşmaz diye elden getirip gazeteye teslim etmiştim, Nesrin hanım açmıştı kapıyı “Kime baktınız” demişti, hiç dedim ve kapının aralığından yazıyı CD olarak kendisine teslim ettim ve ayrıldım oradan, tam 6 yıl geçmiş bir solukta! Medya mahallesinin son sakinlerinden sayılırdım, oysa şimdi yazılarımı toplasam dört kitap çıkar… 

Dedik ya ömür koskoca bir yalan, vallahi bak!

Ölüyor insan zamanı gelince, gözümle gördüm kaç defa, ölmüşleri! Er kişi niyetine veya hatun… Madem ölüm bu kadar gerçekse üzmek niye? Koskoca 13 yıl kim bilir nice insanlar doğdu gidenlerin yerine ve nice haberler çıktı gün yüzüne “Aydın bir sesle” çınladı kulaklarda, her defasında makaraya sardı hayatı, çünkü negatifti hayat, 36 lık bir pozun deklanşörle ateşlenmesiydi ve hayat haberdar olduklarımız kadardı! 

MUTLU YILLAR aydınses ailesi