Hoca Nasrettin’in meşhur fıkrasını herkes anımsayacaktır. Evi soyulan Hocayı herkes “geçmiş olsun” diyeceğine “şunu niye yapmadın, bu önlemi niye almadın” diye yerden yere vurunca Hoca dayanamaz; “iyi de evimin soyulmasında hırsızın hiç mi suçu yok?” der.

Şu anda da tam bu fıkranın benzerini yaşamaktayız. Ortada koskoca bir olay var. Öyle bir olay ki genellikle sonunculuk aldığımız dünya sıralamasında bizi 1. yapıyor! Şimdilik 87 milyar avroluk bir kara para aklama, altın kaçakçılığı, imar yolsuzluğu ve bu işlerin yapılmasında dağıtılan rüşvetler!
Bunları yapanlar belirlenmiş, bağlantıları bulunmuş, rüşvetlerin kime ve ne kadar verildiği anlatılmış, evlerde ayakkabı kutularında milyon dolarlar, çelik kasalar ve para sayma makineleri ortaya çıkarılmış.
Tüm bunlar –eğer son dakikada yeni atananlar tarafından değiştirilmedi ise- basında ve TV’lerde izlediğimiz zanlı ifadelerinde belirlenmiş.

Yani ortada çok büyük ve kirli bir “yasa dışı iş” var!... İşin kötüsü bu yasa dışı işlere ilk belirlemelere göre Hükümetin Bakanları, Bakanların çocukları, Belediye Başkanları, üst düzey bürokratlar, uluslararası suçlular ve onların maşaları da giriyor! Hatta fısıltı gazetelerine göre Başbakan’ın oğlu da bu çete içinde deniyor.

Böyle bir durumda demokratik bir ülkede olsa nasıl bir işlem yapılırdı?

Elbette ki Hükümetin başkanı, yani Başbakan, isimleri bu suçla anılan Bakanlarını ve bürokratlarını soruşturmanın sağlıklı yürütülebilmesi için derhal görevlerinden uzaklaştırır, ya da kendileri ayrılırdı;
Yürütme olarak Yargı ve adli kolluk güçlerinin hareket alanını genişletir, işlerini daha kolay yapabilmeleri için ne gerekiyorsa yapardı.
Aynı zamanda olay hakkında tüm gerçek bilgileri ilgili kurumlardan alır, yasaya uygun şekilde halkı en kısa zamanda ve en doğru şekilde bilgilendirirdi;
Hatta halktan olay hakkında bilgi ve görgüsü olan varsa yardımlarını da isterdi.

Demokratik bir ülkede Başbakan, böyle dünya çapında bir yolsuzluk olayını açığa çıkaran tüm yetkilileri över ve ödüllendirirdi.
Böylece kamuda çalışanlar yaptıklarının arkasında güçlü bir devlet desteği olduğunu bilerek benzeri olaylarda daha cesur davranır, ülkede çetelerin oluşmasının önüne geçilirdi.

Yine demokratik bir devlette böylesine büyük bir yolsuzluk olayına adı karışan -kim olursa olsun- anında görevinden geçici olarak alınarak isminin yıpratılmasına izin verilmez; eğer soruşturma sonucunda suçları yoksa tekrar görevlerine döndürülerek onore edilirlerdi. Böylece Başbakanın bu davranışıyla halkın gözünde doğruluk ve dürüstlüğü de test edilmiş olur, arkasına halkın desteğini de alırdı.

Hele böylesine çok büyük bir olayda suçlanan kişiler soruşturma mekanizmasını direkt olarak etkileyebilecek bakanlıklarda ya da görevlerde iseler hiç tartışmasız görevlerinden ayrılmaları gerekirdi. Çünkü soruşturmayı sürdüren Savcı ve yardımcısı adli kolluk gücü olan Emniyet birimlerinin Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına bağlı oldukları düşünülürse işin ciddiyeti daha net ortaya çıkar. Amirini sorgulayan memur hem amirinin emrini dinleyip hem de nasıl onu sorgulayabilecektir?

Tabi bu ancak demokratik bir ülke için geçerli mantıktır.

Bizim ülkemiz ise “İleri Demokrasi” ile yönetildiğinden bu anlatılanlar sadece sözde kalacaktır!
Sayın Başbakan ilk tepkisini “Bakanlarını yedirmemek” ile vermiştir.
Devletin içinde “çeteler” olduğunu,
Devlet içinde bir “paralel devlet” oluşturulduğunu,
Yapılanların ülkemizi çekemeyen “dış mihrakların” oyunu olduğunu,
Bir memurun amirine haber vermeden böyle bir soruşturma yapamayacağını söylemektedir!

Ama hiçbir konuşmasında böylesine dünya çapında büyük bir yolsuzluğu ortaya çıkardıkları için bırakın Savcı ve kolluk güçlerini kutlamayı; görevini yasal çerçevede yapan bu memurları hem çete elemanı olmakla suçlamakta, hem de görevlerinden almaktadır.

Başbakan konuştukça batmaktadır!
12 yıldır tek başına iktidarda olduğunu unutarak “çetelerin devlet içinde gizlice kadrolaşıp paralel bir devlet olduklarını” söyleyebilmek, en azından “görevi süistimal” ve “hükümet edememe” anlamına gelmez mi?
Daha düne kadar, şimdi suçladıkları Fethullah Gülen cemaati bireyleriyle işbirliği içindeydiler.
Ülkede kendine muhalefet eden kim varsa; yazar, bilim adamı, siyasetçi ve TSK’nin en üst düzey görevlilerini sahte belge ve yaratılmış kanıtlar, yasa dışı telefon dinlemeleri ve gizli tanık ifadeleri ile Silivri’ye tıktılar.
Şimdi ise hukuku da katlederek insanların gelecekleri, onurları ve yaşamlarıyla oynadıklarını ne çabuk unutuyorlar?
Ama demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inananlar asla unutmuyorlar.

Şimdi iğnenin ucu azıcık kendilerine dokunduğunda TV’lerde salya-sümük “insan hakları, masumiyet karinesi, mesken dokunulmazlığı, insan onuru” gibi ilk bakışta her dürüst insanın destekleyeceği sözleri söyleyenler, acaba yukarıdaki şekilde Silivri zindanları doldurulurken o sözlerin anlamını bilmiyorlar mıydı?

Gezi Olaylarında halkına karşı acımasızca davranması emredilen polislere “kahramanlık destanı yazdınız” diyerek “maaş maaş ikramiyeler” verenler,
Silivri davalarında Generalleri, Emniyet Müdürlerini, yazarları sabahın köründe yataklarından kaldırılarak, evlerini talan edilerek,
Sağa sola gizli suç delilleri koyan polisleri de görevlerini yaptıkları için kutlamıyorlar mıydı?
Şimdi ne oldu da bu aynı polisler “çeteci” oldular?

Yine aynı şekilde Silivri sakinlerinin sabahın köründen gece sabahlara kadar ifadelerini alan, kendilerini savunmalarına bile izin vermeyen savcılar o zaman kahraman ilan edilirken şimdi ne oldu da yasa gereği gizli soruşturmaları bildirmedi diye suçlanıyorlar?
Şimdi neden görevden alınan alınıyor, alınamayanların yanına 2. ve 3. Savcılar atanarak “oy çokluğu ile” karar alınması yasalara aykırı olarak dayatılarak soruşturma “Yargı”nın değil, “Yürütme”nin istediği şekle sokuluyor?

İnsanlar her ne kadar çabuk unutsa da bazı şeyler unutulmuyor! Silivri’ye tıkılanlara sadece “siyasi muhalif” denebiliyordu. Hiçbirinin siyasi görüşleri ve muhaliflik dışında suçlanabilecek bir olayları yoktu.
Ama şimdi dünyanın en rezil suçu olan “rüşvet ve yolsuzluk” ile suçlanan bir iktidar ve bakanları, çolukları-çocukları, bürokratları var!...
Yani bunlar yüz kızartıcı suçlar;
Tabi yüzü olup kızarabilecekler için!...

O zamanlar “devlet barsaklarını temizliyor” diyenler;
Şimdi sayenizde devlet “ishal” oldu, temizlenmesi de ancak bunu yapanları toptan gönderince olacak!

Hoca Nasrettin’in dediği gibi ülkemizde koskoca bir yolsuzluk ortaya çıkarılıyor, bunu kim yaptıysa gözlerinden öpeceğiniz yerde yapmadığınızı bırakmadınız. Yani “hırsızın hiç mi suçu yoktu sizin için?”

Son dönemeçleri dönüyorsunuz, yolun sonu görünüyor.
Yediğiniz-içtiğinizin hesabını veremeyeceksiniz. Siz de bunu biliyorsunuz.
Tüm yandaşlarınız bunun için saadet zincirinin halkaları gibi birbirine bağlılar. Artık zincir kopmak üzere!

Fethullah Gülen masum bir dindarmış,
Ülkeyi ele geçirmekle falan işi yokmuş,
Köşesinde oturmuş dinle-imanla uğraşıyormuş diyenlerle;

AKP dindar bir partiymiş,
Kul hakkı, haram yemezmiş diyenler;
Artık bu yalanlara kimse inanmıyor!...

Sizler evi yanan yalancı gibi hep “yangın var” diye yalan yere bağırıp başkalarını hedef gösterdiniz.
Şimdi gerçekten paçanız tutuştu; ama söndürecek kimse kalmadı, geçmiş ola!...

Sayenizde ülkemiz barsaklarını da, midesini de, üzeri örtülmeye kalkışılan pisliklerinizi de temizleyecek!

Son kez gireceğiniz seçimler için size 2 yeni seçim şarkısı hediye edelim:
“Ayağında kundura”
“Beraber yürüttük biz bu yollarda”