1976 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi, matematik mühendisliği bölümüne kayıt yapmak için gitmiştim.
Okula doğru yürürken yoluma üç kişi çıktı ve ''kardeş kayıt yaptıracak isen yardımcı olalım'' dediler.
18 yaşına yeni girmişim, beynimde liseden gelen karışık sol fırtınalar esiyor ve karşımda tanımadığım üç kişi.
Tiplerinden ve bıyıklarından ülkücü olduklarını seziyorum, fakat tam emin olamıyorum.
Bu şartlarda ''evet'' demekten başka bir çarem de yok.
Yanlarına düştüm ve okulun yolunu tuttuk.
Kayıt işlemlerini yaptırdılar ve işimiz bittikten sonra '' kardeş haydi bir yemek yiyelim''dediler.
Yemek yerken bir tanesi başladı konuşmaya.
''Bizim buralarda komünistler pek barınamaz, biz arkadaşlarla Rusya'ya gittik.
Orada ki babalar kızları ergin hale geldiğinde ilk tadına bakma hakkının kendilerinde olduğunu söylüyorlar.
''Bizim bahçede elma olgunlaştığında nasıl ki ilk kez elmanın tadına bahçe sahibi olarak ben bakıyorsam, yetiştirdiğim kızın da ilk tadına ben bakarım'' dediklerini ballandırarak anlatıyorlar.
Bu şekilde Rusya'daki komünizmin ne kadar kötü bir şey olduğunu bana anlatmaya çalışıyorlardı.
Oysa ben on sekiz yaşında olmama rağmen onların anlattıkları karşısında sadece içimden gülüyordum ve ''tereciye tere satıyorlar'' diyordum.
Onlar konuşmaya devam ederken yemek bitti ve oradan beni ülkü ocaklarına götürdüler.
Bütün bunlar devam ederken bu durumdan nasıl kurtulabilirim diye de planlar yapıyordum.
Çünkü ben sol görüşlü bir öğrenciydim ve sağcıların eline düşmüştüm.
O günkü şartlarda ise girip çıkmanın veya karşı koymanın cezasının ölüm olduğunu iyi biliyordum.
Onların konuşmaları bittikten sonra bir ara ''benim Trabzon'da teyzem var, ona bir uğramak istiyorum, gece orada yatarım yarın tekrar buluşuruz'' diyebildim.
Bu teklifim karşısında hiç bir olumsuz karşı duruş gelmedi.
Çünkü bütün evraklarım ellerindeydi ve mecburen dönüp geleceğim yerin yanları olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Yanlarından ayrıldım ve ilk işim bir telefon bulmak oldu ve babamı aradım,
''Burada okumam mümkün değil ve İstanbul'a dönmem gerekiyor'' diyerek başıma gelenleri kısaca anlattım.
Otobüse bindiğim gibi sabah Ankara'ya, akşam da İstanbul'a ulaşmış oldum.
Böylece matematik mühendisliği hayallerim suya düştü ve bir yıl bekleyerek ikinci yıl Yıldız Üniversitesi İnşaat Mühendisliğini kazandım.
Bu ülkede maalesef 1921 yılında Türkiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi ve arkadaşlarının karadenizde öldürülmesinden bu yana, yani 91 yıldır rahat yüzü görmemişlerdir.
Bu ülkede her kötülüğün, her türlü yanlışlığın sebebi olarak komünistler görülmüştür.
Komünist olup da işkence görmeyen, hakarete uğramayan ve hapse girmeyen kimse yok gibidir.
Komünizm halkın gözünde namussuzdur, vatan hainidir, dinsiz imansızdır.
Evinin kapısına şapka asıp istediği kadınla yatanlar komünisttir.
Tıpkı Trabzon'da ülkücülerin dediği gibi yetiştirdiği kızının tadına bakanlar komünisttir.
Bu ülkede yakın zamana kadar komünistim demek, anmak ülkeyi satmaktan daha kötü bir suç olarak algılanıyordu.
Her kötülüğün anası, danası, kaynağı komünizm fikrini halkın iliklerine kadar işlediler.
Böylece memlekette komünistlere karşı kin ve nefret tohumlarını doksan yıl halkın iliklerine kadar işledikten sonra komünist partisinin kurulmasına izin verdiler.
Komünizmi öcü görenler, komünist partisi kurulunca iktidara gelebileceklerinden bile korkar oldular.
İlk seçimde birde baktılar ki, parti %1 bile oy alamamış.
Derin bir oh çektiler...
Komünizm bitmişti ve memlekette komünistler doksan yıl sonra kabus olmaktan çıkmıştı.
Bu ülkenin insanları komünizmin ne olduğunu öğrenemeden komünistlerden ve komünizmden kurtulmuştu.
Halk komünist rejimin namussuzluk olduğuna inanarak namussuzluğun her türlüsüne teslim olmuştu.
Ülkesi ve emeği her türlü soygunun pençesine alınırken, halkımız hala komünizmin ne olduğunu ve komünistlerin ne istediğini bilemeden emperyalist global sermayenin her türlü saldırısının altına girmişti.
Yani doksan yıl ''korku imparatorluğu'' yaratılarak ülke kaynakları soyguncuların eline teslim edilmişti.
Bu gün ise ''şeriat'' korkusu yaratılarak ülke kaynaklarının son kaleleri emperyalistlere teslim ediliyor olabilir mi?
Yani her gün ''şeriat geliyor'' diye bağıranlar ve halkın bütün reflekslerini o yana çevirenler, ülkenin kalan artı değerlerinin ve son kalelerinin saldırgan emperyalist güçlere teslim edildiğini göremiyor olabilir mi?
Bu ülkenin sosyal ve demografik yapısının şerri düzenle yönetilmesinin imkansız olduğunu göremiyorlar mı?
Sosyal paylaşım sitelerinde her gün şeriat korkusu yayılırken, ülkenin şirketlerinin ve öz kaynaklarının satıldığını göremiyorlar mı?
1 Mayıs alanına giren ve ''Allah, ekmek, özgürlük'' diyenlerle, sosyalistler komünistler aynı çizgide doksan yıl sonra buluşmadılar mı?
Bu ülkede halk kandırmaca ve düzmece korkularla oyalanırken, boğazından lokması alınır olmuştur.
Bu insanlar hangi ideolojiden olursa olsun onlar bu kandırmacanın artı değerleriyle zevk sefa içinde yaşarken, fakir halk Allah'la kandırılmıştır.
Dün komünizm korkusuyla kandırılırken bu gün uydurma ve hurafe din anlayışıyla, Allah'la kandırılmaya devam edilmektedir.
Amaç soygun yapmaktır, amaç halkın elindeki ekmeği alıp kendi yandaşlarına peşkeş çekmektir.
Yıllardır soygun düzeni bu halkın kanını iliğini emmeye devam etmiştir.
Artık uyanış falan da kolay değildir,çünkü artık bu uyku kan uykusudur ve bu uykudan uyanmanın çaresi de yoktur.
Bu uykuya yatan ülkelere baktığımızda ne demek istediğimi herkes daha iyi anlayacaktır.