Usta, ne kadar bu?
On lira hocam.
Çok dedin ya! Kendiniz mi basıyorsunuz bütün kitapları?
Ne o hocam, sivil misin sen yoksa?
Yok birader, sadece ciltten, kağıttan anlayan az da matbaa kokusu yutmuş bir okuyucuyum o kadar. Baskısı temizmiş de ondan sordum.
Böyle de canımı ye hocam. Gerçi polise de benzemiyorsun ama bu tür soruları bize siviller sorar genellikle. Biz basıyoruz hocam. Kendi ellerimizle dizip, kendi ellerimizle ciltliyoruz. O elindeki, dün gece çıktı baskıdan. Sıcacıktır, taze yani.
Poşete koymasaydınız da az karıştırsaydık, birkaç satır okusaydık. Kitap satın almanın tadına ancak rasgele bir sayfasını açıp kağıdını koklayınca varılır değil mi?
Herkes sen gibi düşünmüyor ki hocam. Adam eline kitabı bir aldı mı, ayakkabı alırken dayanıklılığını denediği gibi önce ikiye katlıyor, sonra ortasını açıp bütün gücüyle bastırıyor. Buna cilt mi dayanır, kağıt mı dayanır? Ama elimin altında hepsinden açılmış birer adet var. Hangisini vereyim?
Orhan Pamuk’tan Manzaradan Parçalar varsa, bakabilirim.
Olacaktı, hah işte. Şöyle buyur hocam. Orhan Pamuk, ülkemizde genellikle onu okumayanlar tarafından itelenir, örselenirse de iyi yazardır. Düzeltiyorum, iyi ve çalışkan bir romancıdır. Kendisi söylüyor bunu. Bu kitabında da yazarlık hayatını anlatmış kısaca. Nelerden etkilendiğini, kimleri beğendiğini, romanlarındaki kahramanları nerelerden esinlendiğini falan anlatmış. Sıkı bir Orhan Pamuk okuyucusu için gayet doyurucu otobiyografik bir kitap. Mesela Masumiyet Müzesi romanının ana karakteri Kemal hakkında “siz Kemal misiniz?” sorusunu yanıtlamış kitapta: “hayır ben Kemal değilim, ben Mösyö Flaubert’im” diyor.
Ooo maşallahın var. Sokakların köşe başlarına yer sergisi aça aça bütün kitapları okudun herhalde. O nasıl bir malumattır öyle. Okumuştum ben Manzaradan Parçalar’ı. Baskıda eksiklik var mı diye merak etmiştim. Anlattıklarını hatırlayıverdim hemen. Helal olsun vallahi. Böyle korsana can kurban!
Sen iyi birine benziyorsun hocam, sevdim seni. Aramızda kalsın da okumadım ben kitabı. Tezgahın başında sivil gözetlemekten fırsat olmuyor. Yalnız bizim şirketin ortaklarından bir üniversite hocası var. Bütün kitapları öğrencilerine okutup birer sayfalık özet çıkarttırıyor. Lisede yaptığımız gibi. Bize, o özetleri ezberlettiriyorlar. Ezberi takılmadan verebilen, sokak satışına çıkabiliyor. Bizim KPSS’miz de bu işte, ne yaparsın. Yalnız, “korsan” demesek, kırıcı oluyor da.
Korsan değil mi sizin yaptığınız iş?
Yo hocam, bandrolleri görmüyor musun? Ne para verdi bizim patron o ufacık parlak yapıştırmalar için sen biliyor musun?
Hadi ya, niye ki?
Yazarın ve yayınevinin telif hakkı olduğu gibi, bizim korsancılık dünyasında da “korsan telif hakkı” diye bir şey var. Bizim patron İstanbul’un “korsan telif hakkını” aldı üç yüz bine. Gözünü kırpmadan verdi tomarları. Hak var hukuk var değil mi?
Yani sizin patrondan başka kimse basamıyor mu bu kitapları korsan olarak?
Aslında teorik olarak böyle olması lazım hocam ama bazı emek hırsızları düşüncesizce merdiven altı matbaalarında sayfa düzeninden, cilt terazisinden habersizce basıyorlar canım kitapları. Ezber falan da yok onlarda. Kitabın adını sorsalar bilmezler. Kültür, birikim hak getire. Bizim hafiyeler var, yani patronun, onları enseleyip hakkından geliyorlar sağ olsunlar.
Ben de sevdim seni. Devamlı müşterin olurum belki de, var mı öyle devamlı gelip senden kitap alan? Bu arada Hakan ben.
Ben de Metin Kara, memnun oldum hocam. Devamlı müşterim hiç olmaz mı? Mesela bir Harun Ağabey var. Bana fazla uğramaz ama, ne zaman yeni kitaplar çıksa hemen telefon edip paket yapmamı söyler, ben de ona güzel bir paket yollarım. Parayı da anında eft çekiyor sağ olsun. Çok iyi adamdır. İyi de kitap kurdudur haa. Cemil Meriç hastasıdır. Elimde özeti olmayan kitapları, ona sorarım ben. Anlatıverir hemen bana.
Haa, demek öyle. Peki o zaman ellerini kaldır bakalım. Ben komiser Hakan! Alın arkadaşlar bunu. Adı Metin Kara’ymış. Her şeyi itiraf etti. Götürün nezarete. Kitapları da toplayın.
Ama ağabey! Oldu mu şimdi, ne güzel muhabbet ediyorduk. Aslında hafif kıllanmadım da değil hani.
Arkadaşım, kapatın ağzını ne konuşacaksa nezarette konuşsun. Tutanağını da tutun.
Abi, abi.. ab.. nefes alamıyorum ağzımı kapatmasanız olmaz mı? Bari kameralar çekmesin ama, korsana hayır, korsana hayır, korsana hayır, korsa…, kor…yır, ko…
İhtiramat