Türkiye’nin bir laiklik sorunu gerçekten vardır. Yapılacak şey, laiklikten sapmayı amaçlayan her uygulamaya karşı anında ve çekinmeden karşı çıkmak, daha uzun vadede de laik bir iktidarı yani halkı başa geçirmektir.
Laiklik, ülkemizin yıllardır tartıştığı konuların başında geliyor. Bunun güncel nedeni,
özellikle bugünkü iktidarın devlet işleriyle din işlerini birbirine karıştırması, toplumu
muhafazakârlaştırmak için devletin bütün olanaklarını kullanmasıdır.
Türkiye’nin bir laiklik sorunu gerçekten vardır. Yapılacak şey, laiklikten sapmayı amaçlayan
her uygulamaya karşı anında ve çekinmeden karşı çıkmak, daha uzun vadede de laik bir
iktidarı yani halkı başa geçirmektir.
Bunu yaparken bazı kavramları yerli yerine oturtmak da zorunludur.
Her şeyden önce kabul edilmelidir ki laikliğin en güçlü koruyucusu halktır. Dünyanın hangi
milliyet, din ve mezhebinden olursa olsun bütün halklar laiktirler. Bu Orta çağ’da da
böyleydi, günümüzde de böyledir. Halk kitleleri, günlük yaşamlarını sağlayabilmek için
doğada ve işyerlerinde didinip dururlar.
Laik olmayan ise bir kısım dinci organizasyonlardır. En göze çarpan örneklerden birini
verelim: Afganistan halkı laiktir. Laik olmayan devleti ele geçirmiş olan bir medreseli
“Taliban” grubudur. IŞİD gibi Ortadoğu’da cirit atan dinci örgütler de laikliğe düşmandır.
Yoksa İran ve Arap toplumları değil.
Devlet ve halk ayrı ayrı kavramlardır. Devleti ellerinde tutanlar dinci olunca halk da dinci
olmaz. Bunun bizim toplumumuz tarafından bilinebilecek örnekleri Selçuklu ve Osmanlı
toplumu ve devletidir. Bu iki devlet de bir yandan dünyevi törelere göre uygulamaya
yaparken, bazı konularda da dini referans olarak alıyorlardı. Din onların anlayışında kendi
iktidarlarını ayakta tutmaya yarayan bir araçtı.
Bir bireyin bir yaratıcıya inanması ve dâhil olduğu dinin ritüellerini yerini getirmesi onun
laikliğe karşı olduğunu göstermez. Yeter ki, devlet işlerinin de dinî emirlere göre
yürütülmesini istemiş olsun. Halkların ve bu arada Türkiye halkının böyle bir talebi
olmamıştır ve bugün de yoktur. Onlar zaten devletin kendi örgütleri olmadığını ve kendi
çıkarlarına göre örgütlenmediğini bilirler, en azından sezerler. Üstelik, geldiğimiz noktadan
sonra Şeriat kurallarının devlet hayatında kullanılması halk kitlelerinin çıkarlarına aykırıdır.
Günümüzde cariyeliği, çok kadınla evliliği, mirastan erkeklerin iki, kadınların tek pay
almasını kabul eder? Kim fethedilen toprakların bazı kişiler arasında paylaşılmasını,
fethedilen halkın malının, kadınlarının helal olduğunu mantığına sığdırabilir.
Bazıları, burjuva aydınlanması ve laiklik kavramlarının aynı olduğunu, bilgisiz insanların laik
olmadığını savunuyorlar. Burjuva aydınlanmasından geçmiş bir toplum laiklikle yönetilmeyi
ister. Sosyalist aydınlanmadan geçmiş bir toplum ise hem laikliği, hem halk egemenliğini
savunur. Fakat öğrenim görmemiş, okuma yazma bile bilmeyen, bir de dindar olan insanların
laik olamayacağını söylemek doru değildir. Ölçü devletin din esasına göre örgütlenip hüküm
yürütmesini isteyip istememekte düğümleniyor.
“Müslüman laik olamaz, laik de Müslüman olamaz” sözüne yıllar önce bu nedenlerle karşı
çıkmıştım. “Şeriatçı” denilebilecek olanların dışında hemen bütün Müslümanlar laiktir.
Onların din konusunda devletten isteyebileceği şey, devletin dinlerine müdahale etmemesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında devletin laik olduğu hükmü vardır. Ancak daha baştan
beri buna aykırı uygulamalar da devam etti. Devletin içinde din işlerine bakacak bir
başkanlığın bulunması, kentlerdeki camilerde imamların maaşlarını devletin ödemesi laikliğe
aykırıdır. Yıllarca (Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da) halk kendi camisini kendisi yapıyor,
imamlar da bu görevi gönüllü olarak yerine getiriyordu. İmam olabilmek için namaz
kıldırmasını bilmek yeterlidir.
Eskiden ve şimdi daha çok olmak üzre okullarda din derslerinin bulunması da laikliğe
aykırıdır. Devlet televizyonlarının dini yayınlar yapması da.
Cumhuriyet, Sünni İslam’ı zımnen devlet dini yapmış ve onu denetim altına almıştı. Böylece
cemaatlerin büyüyüp yaygınlaşmasının önüne geçmek istemiştir. Geldiğimiz noktada bunun
başarılamadığı görüldü. Cemaatler hem kendi örgütlerini ve çalışmalarını genişlettiler hem de
devleti denetimleri altına aldılar. Türkiye Cumhuriyeti eğer hâlâ resmen bir din devleti
olamamışsa bunu halkın direncine borçluyuz. Bu halk kavramının içinde yalnız Aleviler veya
dindar olmayan nüfus değil, geniş bir Müslüman nüfus da vardır.
Uzlaşmayı nerede sağlayabiliriz?
Bu konuda devletle halk arasında bir uzlaşma şarttır ve sorunun altından ancak bu yolla
çıkabiliriz. Devlet, hiçbir dinin devleti değildir. O vatandaşların dünya işleriyle uğraşacaktır.
Her klasik devlette olduğu gibi vergi alacak ve bütçenin dağıtımıyla ilgilenecektir.
Vatandaşları askere alacaktır. İç güvenliği sağlayacak, okullar açacak, bayındırlık işleriyle
uğraşacak, Asayişi ilgilendirmediği sürece yurttaşların din işlerine karışmayacaktır.
Vatandaşlar da hiçbir biçimde devletten dinle ilgili bir talepte bulunmayacaklardır. İmamların
ve camilerin giderlerini Alevilerin Cem Evleri için yıllarca yaptığı gibi isteyen yurttaşlar
karşılayacaktır. Herkes istediği dini seçebilecek ve çocuklarına bu dinin kurallarını
öğretebilecektir. Dolayısıyla okullarda zorunlu veya seçmeli din derslerine gerek
kalmayacaktır. Okullarda ancak bilim ve teknik okutulabilir ve bunlar çağdaş bilim esaslarına
aykırı olamaz. Dinî bayram günlerinin tatil olması, halkın çoğunluğunun bayramlaşma
geleneğini devam ettirmesinden ötürü sayılacaktır.
Dilimize Fransızcadan girmiş Laik sözcüğü zaten ruhban olmayan halk demektir. Fransız
İhtilali, kilisenin egemenliğine son vererek burjuvazinin iktidarını sağladı ve laikliği bir devlet
sitemi olarak kabul etti. (O dönemde burjuvazi de halktan sayılıyordu.) Bugün de laiklikten
anlamamız gereken budur. Yani bir halk iktidarının devlet sistemi.
Din-devlet işleri kökünden ayrılırsa buna herkesin razı olması gerekir. Buna yalnız, devletten
nemalanan bir ruhban sınıfının ve dini politik bir araç olarak kullanmak isteyen politika
bezirgânları karşı çıkacaktır. Onların direnişi de ancak bu sağlam ilke ile boşa çıkılabilir.
Sonra sen sağ ben selamet.
Bugün 4 Eylül. Sivas Kongresinin yıldönümü. Bu tarihî olaya bir de bu gözle bakalım. Bu
kongre din işleri için mi toplanmıştı, dünya işleri için mi? Alınan kararlar içinde din
kurallarının uygulanmasını isteyen tek bir madde var mıdır? Erzurum Kongresi ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinin açılışı gibi. (4 Eylül 2023)