OKTAY Ekşi’nin istifasını üzüntüyle karşıladığımı söyleyerek başlayayım.

Oktay Ağabey’i 20 yıldan fazladır tanıyorum. Tanıdığım insanlar içinde istifa etmesine neden olan sözü günlük hayatında söyleyebilecek en son insan olduğunu da belirteyim.
Sanıyorum bu Türk basınında ilk kez oluyor: Bir yazar nasıl olduğunu kendisinin de açıklamakta zorlandığı bir cümle yazıyor, sonra bunun için özür diliyor ama üzerine o kadar geliniyor ki sonunda istifa ediyor.
İstifa elbette kişisel bir durumdur. Dediğim gibi kişisel olarak bu karara üzüldüm ama saygı duyuyorum. Bazen istifa etmek, saatlerce konuşmaktan daha çok şey anlatabilir çünkü.
Türkiye gibi insanların koltuklarına yapışıp kaldıkları bir ülkede istifa edebilmek insanın kalitesini gösterir diye düşünürüm.
Öte yandan bu istifanın esas olarak Hürriyet’i koruma kaygısından kaynaklandığını da düşünüyorum. Başbakan’ın yazı yayımlandığı gün “Ben bunlarla mücadele etmem, savaşırım, görün bakın neler olacak” dediğini unutmayalım.
Başbakan’ın nasıl savaştığını, bu savaşta devletin gücünü nasıl kullandığını gayet iyi biliyoruz, Oktay Ağabey de biliyordu. Çalıştığı kurumu korumak için istifa etti.
Olayın bir de karşı cephesi var tabii: Oktay Ekşi’yi özür dilediği halde istifa etmeye zorlayan, istifasını sevinçle karşılayanlardan söz ediyorum.
O çevreden “Ananı da al git” cümlesini duyduğumuzda hiç yadırgamıyoruz. “Bizde sütü bozuk yok” diyerek, kendilerinden başka herkesin annesini “sütü bozuk” olmakla itham eden de o çevrenin içinden çıkıyor! Makyaj yapan kadınlar için “Kaportası bozuk otomobil gibiler” diyen de öyle!
Bunları söylediği için istifa etmedi, istifasını isteyen de olmadı. Neden acaba? Bunları söylemesi “normaldir” diye düşünüldüğü için mi?
Medyanın gerçek ağzı bozuklarına gelince: Onlar sanatlarını icraya devam edecekler. Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın özel uçaklarında seyahat etmeye devam edecekler. Çünkü varlık nedenleri o köşelerde oturup, iktidarın hoşlanmadıklarına küfür etmek. Görevlerinin gereklerini yerine getirenler neden istifa etmek zorunda olsunlar ki?

Kadın eli sıkmayan doktor bakan!

ÇANKAYA Köşkü’ndeki Cumhuriyet Bayramı davetine neden “resepsiyon” dendiğini anlamadığımı belirteyim. Bu Fransızca kelime “kabul töreni, resmi davet” karşılığında kullanılıyor. Türkçesi varken, neden Fransızcasına ihtiyaç duyuluyor, bilemedim. Daha “şık” dursun diye mi acaba?
Tartışmalar her zaman olduğu gibi bir kez daha Cumhurbaşkanı’nın eşinin türbanı üzerine yoğunlaştı.
CHP lideri gelmedi, bazı CHP milletvekilleri davete uydu, askerler türban nedeniyle ayrı davet verdiler, “başkomutanın çağrısına uymadılar” vs.
Bunun nasıl bir saçmalık olduğu çok açık. “Cumhurbaşkanı’nın eşi türbanlıdır” diyerek, davetine katılmamak bence devlet geleneklerimizi bir kenara bıraksak bile en azından Hayrünnisa Hanım’a karşı büyük bir kabalıktır.
Ama tam bu “kabalık” noktasına gelince biraz durmak ve söylenmeye başlamadan önce “derin bir nefes” almak zorundayız. Özellikle de “Cumhurbaşkanı’nın eşine büyük saygısızlık yapıldı” diyenler biraz durup, düşünmeli.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum: Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve AKP Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan, Hayrunnisa Gül’ün elini sıkmadılar. Kabul töreninin videolarında görülüyor, Cumhurbaşkanı’nın elini sıkıyorlar, Hayrünnisa Hanım’ı pas geçiyorlar. İhsan Arslan’ın eşinin de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün elini sıkmadığı görülüyor.
Hangisi daha büyük kabalık acaba? Hayrünnisa Hanım türbanlı diye davete katılmamak mı, yoksa çağrısına uyup gittiğiniz bir adamın eşinin elini sıkmamak mı?
Kuşkusuz ki buna bir sürü dini gerekçe uyduracaklar. Doktor olmuş, Sağlık Bakanlığı’na kadar yükselmiş bir insanın, “günahtır” diyerek kadın eli sıkmaması normal mi? Bu devirde? Hastalarına nasıl bakıyordu acaba?
Eskiden Başbakan da kadınların elini sıkmazdı, biliyoruz. Ama şimdi sıkabiliyor. Abdullah Gül de sıkabiliyor. Dikkat etmedim ama eminim Bülent Arınç da sıkabiliyordur.
Eşlerinin de devlet protokolü gereği olarak “elin gâvuruyla” bile el sıkışabildiğini biliyoruz.
Demek ki bu durum pek “günah” da sayılmayabiliyor.
Sorun hep söylediğim gibi aslında bir kadın-erkek eşitliği meselesi. Ama bizim dinci çevrelerin de böyle bir meselesi yok, biliyoruz!

Yargıçlarımızın okuması için bir haber

GEÇTİĞİMİZ yılın 11 Ekim’inde New York’lu Carmen Huerta, içkili olarak kullandığı otomobilinin devrilmesiyle 11 yaşındaki kız çocuğu Leandra Rosato’nun ölümüne neden olmuştu.
Huerta’nın son duruşmasının yapıldığını New York Times’ta okudum. Yargıç Charles H. Solomon şöyle diyor: “İçkili bir şekilde otomobiline küçük çocukları alıp saatte 100 kilometre hız yapmayı anlayamıyorum. Bunu bir trajedi olarak adlandırsanız da hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir durumdur. Bu nedenle cezanın alt sınırını uygulamayacağım. Üst sınırından da bir indirime gitmeyeceğim. Bu bir rövanş değil, adalet duygumla ilgilidir.”
Huerta, 4 yılı kesin olmak üzere 14 sene hapis yatacak. Davanın da kazadan sonraki bir yıl içinde bittiğine dikkatinizi çekerim.
Bir hafta kalacağım New York’tan yazacağım daha ilginç şeyler de var ama bu haberi, Türk yargıçları da okusun istedim!