13 Haziran 1999’da 6 Ok Kurultayı yapıldı. Bana da “Halkçılık” ilkesini açıklama görevi verildi. Sunduğum bildiride, Halkçılığın tarihini ve CHP’nin Altı Okundan biri haline nasıl geldiğini anlattıktan sonra Tek Parti döneminde halkçılık ilkesinin uygulanmadığını anlattım. Konuşmam, toplantıya katılanlar üzerinde şok etkisi yaptı. Yalnız sanatçı Halil Ergün, beni öperek kutladı, diğerleri görüşlerimin yanlış olduğunu söylediler. Ardından Perinçek İstanbul’dan gönderdiği mektupta yanlış düşündüğümü yazdı. Bu tip toplantılarda artık yalnızca bir dinleyici idim…

10 Şubat 2002’de Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısında Perinçek, anadilinde eğitimi yerden vere vurdu. Oysa biz uluslararası sözleşmelere dayanarak ve uzmanlara da başvurarak anadilinde eğitimin çocuğun kişilik kazanmasında ne kadar önemli olduğunu yazıp söylüyorduk. Dayanamayıp ona yalnızca ben yanıt verdim ve anadilini öğrenme hakkının kutsal olduğunu, bir okulda anadili başka olan bir çocuğa bile imkân varsa o dilin devlet tarafından öğretilmesini önerdim. Tartıştığımız konu kadar Perinçek’in görüşlerine karşı çıkmam dikkat çekti. Eski Tabii Senatör Suphi Karaman “Doğu’ya karşı çıkmayalım” öğüdünde bulundu.

ADD’Yİ ELE GEÇİRME PROJESİ

Parti artık sosyalist ideolojiyi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, sınıfsız topluma erişme idealini bırakmıştı. Atatürkçü olduğunu ileri sürüyordu. Türkiye’nin en büyük kitle örgütlerinden biri olan ADD’yi ele geçirme hareketi başladı. Birçok İP’li ADD’ye üye oldu. Bir yandan da Pir Sultan Abdal Derneği’ne üye taşınmaya başlandı. Bana göre, parti dışındaki kuruluşlar ve sınıflarla Güçbirliği yapmak için buna hiç gerek yoktu. Herkes olduğu gibi görünmeli ve göründüğü gibi olmalıydı. Sosyalistlerle Kemalistler bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde güç birliği yapmalıydılar. Nitekim bu dönemde ülkenin birçok yerinde ADD’lerce konferansa çağrıldım. Kurtuluş Savaşı ve eğitimle ilgili konuşmalar yaptım. Hiçbir konuşmamda Atatürkçü olduğumu söylemedim. Beni kabul edeceklerse sosyalist olduğumu bilerek kabul etmeliydiler. Sözcüsü bulunduğum Eğitim Hakkını Savunma Komitesinde sosyalist ve Kemalistler birlikte çalıştık. Öğretmen Dünyasının Yazı Kurulunda da aynı bileşimi korumaya çalıştım.

ADD genel merkezi, önce İP’ten gelen bu taze güçten memnun olmakla birlikte derneğin İP’in eline geçeceğini fark edince buna karşı durdular. Genel kongrelerde sıkı mücadele oldu. Vatan Partisi’nin iktidarın yanına geçmesinden sonra bu kadrolar ADD’den de tasfiye oldular. Pir Sultan Abdal Derneğini ele geçirme hareketi de sanırım sonuçsuz kaldı.

LOZAN’A NEDEN GİTMEDİM?  

Parti’nin Lozan’a giderek Ermeni sorunu konusunda İsviçre mahkemeleri hakkında bir gösteri yapılacağı bildirilerek buna katılmam istendiğinde kabul etmedim. Başka bir ülkenin yasalarına karşı, o ülkenin yurttaşı olmayan kişilerin yabancı bir bayrak sallayarak protestoda bulunmalarını garip karşıladım. Örneğin başka ülkelerin yurttaşları Ankara’ya gelip böyle bir gösteri yapamazlardı. Zaten, Perinçek ve arkadaşlarının 1915’te katledilen Ermeniler hakkında bu kadar acımasız olmalarına hayret ediyordum. Parti İsviçre’den zaferle döndüğünü ilan etmekte gecikmedi. Ermeni soykırımı kararlarını çürüttüğünü ilan etti. Oysa İsviçre mahkemesinin aldığı karar, yalnızca “Ermeni soykırım yapılmamıştır” demenin fikir özgürlüğü sayılması gerektiğidir.

4 Ekim 2006’da Ermeni sorunu için yapılacak toplantıya kitle örgütlerini Ulusal Eğitim Derneği olarak çağırmam istendi. Reddettim. Ancak toplantıya katıldım. Bu toplantıda ve 15 Ekim’de Çayyolu Temsilciliğinde yaptığım konuşmalar şaşkınlıkla karşılandı.

 “HANGİSİNDEN AYRILAYIM. PARTİDEN Mİ, EŞİMDEN Mİ ?”

2 Ekim 2005’te Ankara İl Toplantısında da konuşmadım. Sunulan raporlardan son genel seçimlerden sonra partinin bir hayli zayıfladığını, temel örgütlerin çalışmadığını, il ve ilçe başkanlarının sürekli değiştiğini, buna rağmen gerilemenin durdurulamadığını anladım.

2005’te Cumhuriyet Kadınları Derneğinde bir ayrışma yaşandı. Partinin adayları ayrı bir liste ile seçime girip kaybedince yeniden genel başkan seçilen eşim Şenal hakkında Ulusal Kanal’da sorumsuz bir yaylım ateşi başladı. Bu artık iyice çığırından çıkınca Genel Merkez’de Mehmet Bedri Gültekin’e “İkisi bir arada yürümüyor. Partiden mi eşimden mi ayrılmamı önerirsiniz?” diye sordum. “İkisinden de ayrılma” yanıtını aldım.

Perinçek’in bana karşı tutum alması de gecikmedi. İP Merkez Kurulu toplantısında KESK’ten başka bir sendikada, bu arada başkanı bulunduğum Ulusal Eğitim Derneğinde çalışılmasını yasaklamış. Daha önce Hasan Yalçın’ın da çabasıyla görüşlerimden yararlanmak için çağrıldığım bu toplantılara çağrılmıyordum. Ulusal Kanal, Aydınlık ve Kaynak Yayınlarının da bana karşı tavır aldıklarını hissediyordum. Ulusal Kanal’da çeşitli bahanelerle programlarıma iki kez ara verildi.

Gene de 16 Eylül 2005’te Parti Genel Merkezi’nde tüzük ve program tartışmalarına katıldım. Partinin sosyalizm yolundan ayrıldığını gördüm. Parti artık Türk milliyetçisi bir parti olmuştu. Eleştirilerimi söyledim.

24 Aralık 2006’da İP’in kongresinde üçüncü gün. Perinçek, gene uzun bir konuşma yaparak tüzük ve programın kabul edildiğini ve artık kimsenin bu konuda askıntı olamayacağını ilan etti. Seçimde 72’sini Perinçek’in önerdiği 89 kişilik listeden 34 kişinin, denetleme kurulu adaylarından 7’sinin adını işaretledim, ancak İttihatçı fedailere benzettiğim ve tamamen milliyetçi bir çizgiye oturduğunu gördüğüm genel başkan adayı Perinçek’e oy vermedim. Onun Türkiye’yi maceralara sürükleyebileceğini ve yanındakilerin bunu frenlemeyeceğini düşündüm. Seçimin sonucu “Doğu Perinçek’in oybirliği ile seçildiği” biçiminde açıklandı!

“DOĞU PERİNÇEK’İN FEDAİLERİ!”

Lozan’a gitmedim ama İncirlik Üssünün kapatılması için Adana yürüyüşüne katıldım. Çünkü bu doğru bir eylemdi. Bu yürüyüşte miting yapılan yol boylarında halkın partiye ne kadar ilgisiz olduğunu gördüm. Haymana’da miting alanında tek bir Haymanalı yoktu! Ulukışla içinde yürürken megafondan “Doğu Perinçek’in fedaileri geliyor” anonsuna tepki göstererek “Ben kimsenin fedaisi değilim. Böyle bağırılmaya devam edilirse yürüyüşten ayrılacağım” dedim. Bu anons tekrar edilmedi.

11 Ocak 2008’de İP Ankara İl Örgütünde Program Taslağı tartışılıyordu. “Parti milliyetçiğe saplanmıştır. Ben partiye böyle bir sözleşme yapmamıştım. Sosyalist bir partiye üye olmuştum” diye tepki gösterdim. Bana “ideolojik zaaf içindesin” yanıtı verildi.

2008 yılı sonları parti üyeliğim hâlâ sürüyordu ama onun politikalarından nefret etmeye başlamıştım. 29 Mart 2009 yerel seçimlerde belediye başkanı için CHP’ye oy verdim.

“SOSYALİST PARTİ DEĞİL, LAİK BİR TARİKAT”

Partide benim eleştirilerime kulak veren, özellikle toplantıların usulüne göre yapılmasındaki titizliğimi bilen arkadaşlar benden Ankara İl Kongresini yönetmemi istediler. Görevi yaptım. Kongrede partiye yeni üye olmuş bir astsubay emeklisi, verilen arada bana, “konuşmacıların bazılarından sosyalizm sözü işitiyorum. Atatürkçülük varken sosyalizm de ne oluyor?” dedi. Eskiden alacağı üyeleri titizlikle seçen ve sınıfsız toplum için çalışacaklarına and içiren parti artık üye kabul ederken milliyetçi olmalarını yeterli görüyordu. O delegeye biraz da canım sıkılarak ne desem beğenirsiniz? “Partide değişik düşüncelerde arkadaşlar olabilir. Saygı duymak gerekir!” 9 Temmuz 2010 günü Çayyolu Temsilciliğine Çankaya ilçedeki anlaşmazlıkları çözmek için yapılan toplantıda “İP sosyalist bir partiden çok laik bir tarikata benziyor” dedim. Nitekim 20 Ekim tarihinde İP Strateji merkezinin Petrol İş Sendikası Ankara Şubesinde yaptığı toplantıda “Benim ideolojim sosyalizmdir” demem şaşkınlıkla karşılandı! Bu çevre ile ilişkilerimin bundan sonra farklı olacağı kanısına vardım.

Mart 2011 seçimleri için İP’in örgütlediği Cumhuriyet Güçbirliği’ni destekleyenler listesine gönülsüzce imza verdim. (8 Haziran 2022)