Perdenin aralığından kapımın önüne yanaşan siyah makam aracını görmeme rağmen telefonumu sanki şaşırmış gibi açtım: “Aaa, geldiniz mi? Ne kadar çabuk. Kontağı kapatmanıza gerek yok, hemen iniyorum aşağıya.”
Son model aracın arka koltuğu yayla gibiydi. Çift kale futbol veya çift pota basketbol oynanır desem abartmış olurum ama piknik voleybolu kesinlikle oynanabilirdi. Yayınevim Tüyap’taki imza günüme gidebilmem için beni kapımdan almış, kitap fuarının kapısına bırakmıştı. Aslında özel araçla Beylikdüzü gibi bir yere gitmek çok da mantıklı değildi. Biz trafikte adım adım ilerlerken yanıbaşımızdaki “metrobüs hazretleri” vızır vızır çalışan arılar gibiydi. Az daha “Sağa çek de metrobüse aktarma yapayım” diyecektim, kendimi zor tuttum. Yayınevi genel müdürü daha araçtan aşağıya adımımı atmadan beni karşıladı, kapımı açtı. “Efendim izdihama yol açmamak için sizi yemekhane kapısından içeri almak zorunda kalacağız, biraz kokuyor ama kusura bakmayınız.” dedi. “Trip atardım ama neyse” der gibi başımı salladım.
Etrafımda bir grup yayınevi çalışanıyla standımıza doğru giderken etrafımda beni “kesen” bakışları, “Aaa, bu yazar Erhan Genç değil mi, hani şu çok satanlar listesinden aylarca inmeyen adam.” diyen dudakları, “İşte hikayeciliğimize yeni bir soluk getiren edebiyatçımız” diyerek beni işaret eden parmakları görmezden geliyordum. Standın başı hınca hınç doluydu. Görevli arkadaşlar ellerinde birer ikişer kitap olanları düzgün bir sıraya sokmaya çalışıyorlar, bazı vatandaşlar da yangından mal kaçırır gibi kitaplarımdan satın almaya gayret ediyorlardı. Böyle durumlarda kimseyle göz göze gelmemek en iyisiydi. Standın çevresi tamamen kitap tezgahı ile kapalı olduğu için fotoğraf çektirme sıkıntısı da olmayacaktı. En çok da bunun için sevinmiştim. Her türlü insanı var, neme lazım.
Kitap imzalamaktan kolum ağrımaya başlamıştı. Okuyucuları gösterip, yayınevi müdürüne ismiyle hitap ettim-aramızda kalsın ama bana hava kattığını düşünüyorum-: “Murat şunlara söyle on dakika sonra devam edelim, koluma kramp girdi galiba, yok mu sizin kahveniz, çayınız?” Murat, bana çay, okuyuculara molanın verileceğini söyledi.
Sırada bekleyen okuyucularıma sırtımı dönmüş çayımı yudumluyordum. Bu anda babamın ben küçükken esnaflık yaptığı aklıma geldi. Zeytin tezgahımız vardı. Bizi tezgaha bırakır, defalarca tembih eder, “müşteriye sırt dönülmez” derdi. Kendimi suçlu hissetmiştim, acaba hayranlarıma çok mu kötü davranıyordum? Moladan sonra herkesin gözüne bakarak ismini sormaya ve adına imza atmaya karar verdim. İmza saati dolmasına rağmen sona kalan okuyuculara bile imza attım.
Bizim standın başındaki kalabalık dağılınca fuar tenhalaşıverdi. Meğer bütün kalabalık benim okuyucular sayesindeymiş. Murat’ın teklifiyle fuarı dolaşmaya başladık. Neler gördüm neler? İmza günü olup da stantta tek başına oturan yazardan, kitap alsın da imza atayım der gibi gözünün içine bakan yazara; boş boş dolaştığı halde “Bugün adres Tüyap. İmza günündeyiz. Çok kalabalık.” diye tweet atan yazardan, tanınmadığını fırsat bilerek başka yayınevlerinden aldığı kitaplar için cayır cayır pazarlık yapan yazara kadar hepsini gördüm.
Şaka yollu Murat’a anlatmaya başladım: “Ne zor bir durumdur o pazarlık edememek, her şeyi söylendiği ilk fiyatıyla almak zorunda olmak. Siz bilmezsiniz, meşhur bir yazar olunca herkes paraları çuvalla sakladığımızı düşünüyor herhalde. Sonra pazarlık etmeye kalksan adın hemen cimriye çıkacak. Zor vallaha, meşhur olmak zor aslında. Sade vatandaşlığın kıymetini bilin.” Ardından çıkardım cebimden bir iki yüzlük ile alınacak kitap listesini Murat’a uzattım. “şunları bir arkadaşa verin ama iyi pazarlık etsin olur mu?”
Murat iki yüzlüğü elimden alırken ani bir frenle yerimden zıpladım. “Sayın yolcularımız, “Beylikdüzü Son Durak” bu yöndeki son istasyonumuzdur.” Herkesle birlikte metrobüsten indim. Yanımda beraber yürüyen beye sordum “Tüyap’a nasıl gidebilirim?” Üst geçidi işaret etti: “Şuradan başlayacaksınız yürümeye, kalabalıkla birlikte en az on beş dakika kesintisiz yürüyün, ondan sonra kime sorsanız gösterir.” Sahi neydi o gördüklerim? Rüya mı? Hay aksi, Edirnekapı’dan binmiştim metrobüse, yorgunluk işte.