Bizim çocukluğumuz, bu ülkenin acılarının yeni filizlendiği dönemde başlar.
Nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde yaşadığı ve kentlerdeki yaşamın hayallerinin kurulduğu dönemler.
Bu dönemlerde henüz köylerde elektrik yok, televizyon yok ve radyo ise tek tük bulunuyor.
Radyonun sesi herhangi bir köy evinden geldiğinde, herkesin özellikle çocukların oraya doğru koştuğu dönemler.
İnsanlar hastalandığında doktora gitmeden ''Hastalandı ve öldü'' denildiği dönemler.
Kadınların doğum sırasında genç yaşında toprağa düştüğü dönemler.
Gıdasızlıktan elinde yüzünde yaralar çıkan çocukların yaraları iyileşsin diye köyün ihtiyarları tarafından yaralarına ve yüzlerine tükürüldüğü dönemler.
Tükürüğün ilaç olarak kullanıldığı dönemler.
Bu örnekler o kadar çokturki, devam edip can sıkmaya gerek yok.
İşte bu dönemin çocukları yani 1968 kuşağı,1978 kuşağı denilen ve bu gün ellili yaşlarda ve altmışlı yaşlarda Türkiye'nin her alanında söz sahibi olan insanlar.
Bu insanların hepsinin yüreği yanık gönüllerinde hasret,beyinlerinde insan sevgisi, yardımlaşma duygusu, bölüşüm paylaşım duygularıyla doludur.
Self servisin olmadığı, her şeyin paylaşıldığı dönemler
Bu insanların hepsinin hayatları roman, gönülleri destan doludur.
Bu gün ellili, altmışlı yaşlarda olan insanların büyük çoğunluğu köylerde acıları, yokluğu, yoksulluğu,kara lastiği yamalı ceketi ve pantolonu derisi gibi üzerlerinde taşımaktadır.
Bu gün hangisi bir kitap yazsa, hangisi anılarından bahsetse aynı şeyler görülecektir.
Bunu nereden çıkardım?
Benim yazdığım kitapta (Patron Çocuğu) bu acılardan söz etmiştim.
1956 doğumlu sayın Mustafa Sarıgül de ''Ne bir eksik ne bir fazla'' adlı kitabında yoksulluğun nasıl da iliklerine kadar işlediğini anlatıyor.
Gurbetten, baba hasretinden,ezilmekten,bir lokma ekmeğe muhtaçlıktan ve çekilen bunca acıdan bahsediyor.
İşte bu neslin çocukları köyden kente geldiğinde küçük bir azınlığın zevk sefa içinde yaşadığı insanların yaşamına ve adaletsizliklere isyan etmiştir.
 Bu ülkenin yoksullarının, köylülerinin ve emekçilerinin de insan gibi yaşamaya hakları olduğunu alanlarda,partilerde,üniversitelerde haykırmıştır.
Türkiye solunun başlangıcı ve isyanı bu nesille başlar.
Yani köyden kente gelen ve kentte her türlü barınma ve yaşam hakkının köyden daha kötü olduğu çamur deryası sokaklar,susuz mahallelerin orta yerinde ''batsın bu dünya'' şarkılarının acı feryatları içinde düzene isyan bayrağı açmışlardır.
Bu ülkede köyün romanı yazılmıştır,kırsalın acıları roman olmuştur ama köyden kente gelen ve son elli yıldır büyük acılarla kentleşme sancıları çeken toplum katmanlarının acılarının romanı yazılmamıştır.
Köyün romanı Fakir Baykurt,Orhan Kemal,Kemal Tahir,Yaşar Kemal v.b gibi bir çok yazar tarafından yazılmıştır.
Oysa şehirde çamurlu sokakların,susuz gecekonduların,emeğin sömürülmesinin,fakir mahalle çocuklarının,genç kızlarının nasıl da kapitalizmin acımasız çarkları içinde ezilip yok olduğunun romanı yazılmamıştır.
İşte bu gün Mustafa Sarıgül ve onun neslinin çocukları ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar parası çok olursa olsun, ''ne bir eksik ne bir fazla'' kitabında ''ben ezildim, yok oldum, itildim, kakıldım, benim köylülüğüm şehrin ayakları altında pas pas oldu'' söylemine isyandır.
Bundan dolayı bu insanlar bu gün saraylarda da otursalar,her gün havyarda yeseler,sabah kahvaltısını Paris'te,öğlen yemeğini Moskova da yeseler, Anadolu köyünün ezilmiş ruh hallerinin çocuklarıdır.
Bundan dolayı, bu insanalr ne kadar varlıklı olursa olsunlar, ne kadar büyük makamlarda da olsalar, bir yoksul çocuk,açım diyen bir işçi,mağdurum diyeni, sokakta yatanı görseler onların ezik ruh dünyalarını allak bullak etmeye yeterlidir.
İşte bu ruh dünyasının ezilmiş çocukları  şehirleri, ülkeyi, ilçeleri yönetmeye talep açmış durumdalar.
Bu insanların yönetimlerde olmaları fakirlerin, yoksulların, ezilenlerin elli yıl sonra hala batsın bu dünya diyenlerin sesi nefesi umudu olacaktır.
Onların bu gün cilalı saçları,renkli kravatları, cicili bicili takım elbiseleri ve lüks içinde geçen hayatları bile olsa, onlar dünün ezilmişleri, örselenmişleri, itilmiş kakılmışlarıdır.
Bu gün onlarda,ezilenlerin sesi olmak için, onların yanında yer almak için, İstanbul'a ve İstanbul şehrinin ilçelerine yönetici olmak için talep açtılar.
Onlar sizden biridir ve onları kucaklamak ise sizlerin görevidir.
Bir kitabın hatırlattıklarıyla ve  2014 mart ayı seçimlerine  biraz da bu pencereden bakalım dedik.