Nüfus kâğıdında yazılana uygun olarak Ali’ni adı her ne kadar Zeki olmuşsa da biz hikâyemize
Ali olarak devam edelim:
Ali’nin 8-10 yaşlarında olduğu yıllarda, köy düğünlerinde güreş yapılırdı.
Pehlivanlar, deste deste ayrılırlar ve birbirleriyle yaş, boy, kilo gibi yakınlıkları olanlar
birbirleriyle eşleştirilirdi.
Yenen pehlivanın ödülü, güreş meydanına bir gün önceden asılmış metrelerce uzun renkli bir
renkli dokumadan bir parça olurdu.
Güreşe küçüklerden başlanırdı.
Köyümüzün Aşağıköy Mahallesinde bir düğüne gitmiştik. Güreştirecekleri çocukların içinde
ben de vardım.
Bana eş olarak da komşumuz Abdullah’ı verdiler. Doğrusu bunda bir adaletsizlik vardı.
Abdullah benden bir veya iki yaş küçük, bedeni de biraz çelimsizdi. Fazla uğraşmadan onun
göbeğini güne getirdim!
Yenilen herkes gibi Abdullah bunun gerekçesini bulmakta gecikmedi.
“Ayağım kaymasaydı beni zor yenerdin!” dedi.
Güreşi yönetenler, gene de bu iki çocuğu memnun göndermiş isteyecekler olmalı ki, bana
verilmesi gereken dokumayı ikiye böldüler ve yarısını Abdullah’a verdiler.
Düğünden sonra eve elimde bir metrelik basma ile döndüm ve bunu evdekilere gururla
gösterdim.
Bu benim ilk ve son güreşimdi. Devam etseydim, kim bilir belki de Ordulu Mustafa, Ordulu
Davut gibi Karadeniz’den yetişmiş namlı pehlivanlardan biri olurdum! Gittiğim yerlerde
“Ordulu Ali Pehlivan gelmiş” diye yere bastırmazlardı… Onlar da bu işe böyle çocukluktan
başlıyorlardı.
Uzun bir askı da kazanan başpehlivana verilirdi. Askının hangi köye gideceği merak konusu
olurdu. Kazanan pehlivanın köylüleri, bezin dalgalandığı sırığı omuzlar, köye şenliklerle
dönerlerdi.
Yıllar var ki yazın yapılan köy düğünlerinden hiçbirinde askı görmedim. Hazır giyim
ürünlerinin ucuzlamasından olacak. İnternette böyle bir askıyı gösteren temsili bir resim bile
bulamadım!
Şimdiki köy düğünlerinde çalgı takımı eksik olmuyor, gelenlere yemek veriyorlar, ortaya
sağdıçla birlikte bir dastarın üstüne diz çökmüş, evlenmek ayıpmış gibi suskun ve yere bakan
damada herkes hediyesini veriyor, sonra herkes arabasına binip gidiyor! Ama benim
hayalimde er meydanında rakibimi yenerek kazandığım el kadar dokuma yaşıyor.
PROFESÖR ABDULLAH
Abdullah’a gelince: Ömrü uzun olsun. İlkokuldan sonra Öğretmen Okulu’nu kazandı. Oradan
Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gitti. Profesör oldu. Daha küçükten zihni o derece açıktı ki, köyde
bozulan radyo gibi aletlerden Abdullah sorumluydu. Bunları dağıtır, yeniden bir araya getirir
ve bozukluğu giderirdi.
Ben öğreten okulunda iken, yatılı okul sınavına girecek komşularımızın çocuklarına ders
çalıştırırdım. Akşamları bir komşunun çocuklarına ders verirken Abdullah’ın anası bize geldi:
“Bizim Abdulla’ya da bir şeyler göstersen” diye rica etti. Memnuniyetle kabul ettim ve akşam
öteki çocukların evine gelmesini söyledim. Nasıl sevindi!
ZENGİNLER CEHENNEME FAKİRLER CENNETE GİDECEK
Akşam derse başlarken Abdullah da kapıyı çaldı. Fakat komşu onu içeri almadı! Abdullah
üzgün geri döndü. Ruhumda fırtınalar koptu!
Sonunda ne mi oldu dersiniz? Yatılı okul sınavını o çocuklar kazanamadı. Abdullah kazandı.
“Öteki dünyada zenginler cehenneme, fakirler cennete gidecek” gibi halk dini felsefesinde
duyduğum en esaslı sözü ondan duydum. (6 Ocak 2022)