İnsanlık avcı toplayıcı düzenden yerleşik düzene geçmesi yaklaşık on beş bin yıl önce oldu.
Yerleşik düzene geçişle birlikte bir arada yaşamın kuralları da ortaya çıktı.
Yerleşik düzende rahat yaşamak için insanlık bir çok arayışa girdi.
İlk olarak peygamber krallar, tanrı krallar yönetime geldiler.
Bu yetmedi mutlu toplum oluşmadı,çok tanrılı inanç biçimleriyle toplumlar belli kurallar içinde yan yana yaşamı denedi.
Çok tanrılı inanç biçimi ve pagan dönemler de insanları çok mutlu etmedi ve tek tanrılı dinlere yöneldiler.
Tek tanrılı dinlerde insanlığın yan yana yaşamasına, mutlu olmasına daha iyi olmak yerine daha kötüye gitti.
Öyleki arka akaya ortaya çıkan tek tanrılı dinler, insanlığın kendi arasındaki husumeti ve düşmanlığı daha da büyüttü.
Bütün bunların olması ve bu güne gelmesiyse yaklaşık on beş bin yıl.
Tek tanrılı dinlerin barış ve kardeşliği getirmediğini gören insanlık yeni arayışlara girdi.
Önce dinleri içinde arayışlar mezhep ve tarikatlar şeklinde ortaya çıktı.
Bu arayış sadece İslam dininde değil diğer dinlerde de meydana geldi.
Nasılki İslam dininde bir çok mezhep ve tarikat çıktıysa aynı durum diğer dinlerde de oldu.
Bunun anlamı şuydu, ortaya çıkan din anlayışı insanlığın birliğini, dirliğini, mutluluğunu ve adaletli yaşamın oluşmasına yetmediği için arayış devam etti.
Özellikle binli yıllarda İslam'da çok farklı yollar ve görüşler ortaya çıktı.
Diğer dinlerde ise bu durum daha hızlı oluştu.
Özellikle batıdaki Hıristiyanlık dinde reform sayılacak hamleleri beş yüz yılda tamamladı ve 1789 Fransız devrimiyle de dini kiliseye hapsetti.
Batı şunu dedi ''Ey din ve din adamları, sizler ne yapacaksanız kilisede yapacaksınız, insanların dini taleplerini karşılayacaksınız, ayrıca size inananlarda sizi finanse edecek, devletten para beklemeyin ve de devletin yönetim biçiminden de uzak durun''
Yani Hıristiyanlığın beş yüz Avrupa'yı kasıp kavurması, din savaşları,engizisyon uygulamalarına son vermek için reformlara,mücadeleye rönesansa ve bilimin ilerleyişi hız kesmeden devam etti.
İslam'da ise bu arayışlar tarikatlarla devam etti, mezheplerle kendisini gösteri ama hiç bir zaman bir reform veya bir rönesansı yaşayamadı veya yaşamasına fırsat vermeyen çok keskin din anlayışı bu güne kadar sürdü gitti.
Eğer dinler, insanlığın mutluluğunu sağlasaydı,adalet, hakça bölüşüm,barış,kardeşlik,
İşte bu arayış, kavga, dövüş ve kaos on beş bin yıldır sürerken, bu gün batı bilimin aydınlığıyla nefes almışken,doğunun İslam ülkeleri batının on beşinci yüz yıla kadar sürdüğü orta çağ karanlığını bu gün yaşar hale gelmiştir.
On beş bin yıldır insanlık ne arıyordu,neyin peşindeydi?
Adalet,eşitlik,kardeşlik,hakça bölüşüm,insanlar arasında ayrımın olmaması,üretilen her değerin eşit olmasa bile adaletli bölüşülmesi,mülkiyet hakkının adaletli olması ve bir çok insanlık onurunu kurtaracak talepleri oldu.
Bu talepleri dinler karşılayamadığı için, arka arakaya monarşiler,demokrasiler,
Bu süreçte tek bilinen bir şey var, dinler hangi din olursa olsun yerleşik düzenin adaletsizliğini yapanların rahat yaşamaları ve sömürünün devamı için sürekli destek olmuşlardır.
Bu durum bu gün içinde geçerlidir.
Nerede devrimci bir hareket varsa, nerede bir adaletsizliğe baş kaldırı varsa, dinler adaletsizlik yapanların yanında yer almıştır.
İşte bundan dolayı, bu gün de arayış devam etmektedir.
Özellikle İslam ülkelerinin ve İslam inancının egemen olduğu topraklarda kan ve göz yaşı, cehalet,kıtlık, yokluk devam ediyorsa o coğrafyaların bu hale gelmesinde dini öğreti çıkış, yol gösterici olma özelliğini ya kullanamadı, ya da sömürüyü sürdüren egemen güçler dini sömürünün bir öznesi olarak kullanmayı çok iyi başardılar.
Bu gün de insanlık mutlu değil, insanlık adaletli bir düzen kuramadı, bu gün batı rejimleri ortaçağ karanlığını ve dinin baskıcı, adaletsiz nizamını yıktığı için biraz olsun dünya üzerinde huzuru yakalamış olmalarından dolayı bütün İslam ülke insanı yönünü batıya çevirmiş,canı pahasına dağları denizleri aşmaya çalışıyor.
İslam ve İslam coğrafyasıysa büyük bir kargaşanın, mutsuzluğun karamsarlığın içinde boğuşmaya devam ediyor.
Peki bu durum İslam ülkelerinde ne zaman biter diye sorulursa cevabı şudur.
Batı nasılki dini 1789 yılında Fransız devrimiyle ve daha sonrada iki yüz yıl mücadele ederek kiliseye çekilmesini sağladıysa o zaman.
Yani İslam cami içine girmeli, inancın bir yönetin biçimi olma ve şeriatı bir yönetim biçimi olma iddiasından vazgeçmediği sürece, İslam ülkelerini kanayan yarası hiç durmayacak, o kan akmaya devam edecektir.
İşte yüz yılın başında Atatürk batıda gelişen seküler, laik yaşamın iyi bir yol olduğunu farkettiği için o devrimleri yaptı.
Devrimlerin hatası neydi?
Devrimleri halkın eliyle değil de etrafındaki bir avuç insanla yaptı tepeden tabana yaymaya (jakoben yaklaşım) çalışırken de ömrü yetmedi.
Oysa devrim talebi ve reformlar hayata geçmeden önce, halkın içine,gönlüne sokulmalı, halk tarafından benimsenmesi için yıllara dayanan eğitimler verilmeli ve ondan sonra kanunlaşmalıydı.
İşte Atatürk devrimleri bir sanman alevi gibi yirmi yıl yandı, parladı ve Menderes geldi üzerine suyu sıktı arkadan gelenlerde altmış yıl o suyu sıkmaya devam etti.
Bu gün ise mevcut iktidar o ateşin son kalıntıların söndürmek için var gücüyle mücadeleye devam ediyor.
Halkın benimsemediği hiç bir devrim kalıcı olamaz.
Sonuç bu gün İSLAM ülkeleri orta çağ karanlığını yaşamaya devam ediyor ve bu karanlık her gün zifiri karanlığa doğru gidiyor.
Emperyalistlerde İslam ülkelerinin yaşadığı karanlığı daha da karanlık olması için elinden geleni yapıyor.
Çünkü karanlıkta soygun yapmanın çok kolay olduğunu iyi biliyor.
Uzatmayalım İslam ve İslam'ın her türlü anlayışı İslam ülkelerinin bunalımdan ve karanlıktan çıkmasına bu gün yetmiyor.
Batının beş yüz yılda yaptığı reformları ve rönesansı yaşamaktan,yapmaktan ve uygulamaktan başka bir çözüm yolu görünmüyor.