Çok yorgundum, pijamalarımı giyip hemen yattım. Daha kafamı yastığa koymadan uyuya kalmışım.
Eskiden beri böyleyim. Üniversitede aynı yatakhanede yan yana ranzalarda yattığım arkadaşımla aynı radyonun kulaklıklarını paylaşırdık, sabah olunca hep aynı cümleyi duyardım: “arkadaşım, daha şarkı başlamadan uyuya kalınır mı?”
Hemen uyurum ama pek rüya gördüğüm vaki değildir. Ama o akşam gördüklerimi dün gibi hatırlıyorum. Ak saçlı ama sakalsız orta boylu bir adam. Ağzının iki yanından çenesine doğru inen iki yarık ilk bakışta bıçak yarasını andırsa da zaman zaman beliren yaşlılık vadilerinden başka bir şey değil. Sivri sayılabilecek burnunun ucu hafif kalkıktır. Kızınca bütün alnı adeta iki kaşının arasına toplanır. Bir elinde beyaz bir kağıt diğer elinde dolma kalem karşımda dikiliyor. Fransızca bana merhaba dedi. Tabi rüya bu ya meğerse ben sular seller gibi Fransızca kelam ediyormuşum filan. Ben de merhaba dedim. Yanımızdaki bir masa ve iki sandalyeyi işaret etti “Oturmaz mısınız?” Teşekkür ettim, karşılıklı oturduk.
Elindeki kağıdı benim okuyabileceğim şekilde önüme koydu, kalemi de yanına. Hiçbir şey söylemeden iki elini çenesinin altında yumruk yaptı. Kaşları hala çatıktı ama kızgın değil gibiydi. Baştan aşağı İngilizce bir sözleşme metniydi bu. Tabi İngilizce de benim meçhulüm değilmiş. Zaten Fransızca bildiğime göre İngilizceyi bilmeme şaşmamalı. “Sayın Erhan Genç” diye başlıyordu. Neyse, kağıdı okumaya başladım(İngilizce bilmeyen okurlarım için noktasına bile dokunmadan aynen çevirerek yazıyorum): “Sizi mahalle aralarında tek kale maç yaptığınız zamanlardan beri dikkatle izliyorum. Gelişiminizi, fikirlerinizi, hislerinizi yakinen takip ediyorum. Daha ilkokula gitmezden evvel dedenizle Bursaspor’un maçlarına gitmiştiniz ya, hani Mususili, Gançevli, Ercümentli, Elvir Baliçli kadronun maçlarına, o maçlarda bile takımlara, taraftarlara, sahadaki futbolculara karşı yaptıklarınız beni çok etkilemişti. Yaşınızdan çok fazla olgun bir taraftar profili çizmiştiniz. Memleketinizin takımını üçüncü ligdeyken takip etmenizi ve çoğu maçlarına gitmenizi zaten saymaya gerek yok. Daha sonraki yıllarda da gerek tuttuğunuz takımı deliler gibi savunan cahillere benzemeyişiniz, ölümüne taraftarlık yapan işsiz güçsüz güruhuna dahil olmayışınız, takımı adına başka taraftarlara bıçaklı sopalı kavgaya tutuşan fanatiklerin arasında görünmediğiniz, hakeme yahut rakip futbolculara kızıp sahaya girerek plastik sandalyelerle soyunma odasına doğru koşanlara benzemediğiniz için beni, ekibimi ve başkanımızı etkilemeyi başardınız. Ben ki -yetenek keşfetmekte üstüme yoktur- çocukken keşfettiğim yeteneklerde yanılmam, sizde de yanılmadım, tahmin ettiğimden daha büyük ve olgun bir taraftar haline geldiniz. Bütün bunları alt alta koyup topladığımızda ortaya çıkan sonuç bize bu sözleşmeyi size önerme fikrini verdi. Sizi taraftar olarak kulübümüzde görmek istiyoruz. Sözleşmenin detayları aşağıdadır. Umarım sonuç bizim adımıza müspet olur. İmza Arsené Wenger.
Gözlerime inanamıyordum. Koskoca Arsené Wenger’in bana taraftarlık sözleşmesi önerdiğine mi sevineyim, Arsené Wenger tarafından keşfedilen bir yetenek olduğuma mı bilemedim. Sözleşmenin detaylarını da merak ediyordum, detayları okuyunca sayın Wenger’e ayıp olacağını da düşünüyordum. Gözüm kapalı imza atmak yerine banka kartı için verilen kağıtları imzalarken hissettiğim “imzalıyoruz da ne olduğunu okumadan imzalıyoruz, bir bit yeniği olmasın” şüphesine düşmeden ayrıntılara varıncaya kadar bütün maddeleri okudum. İyi ki okumuşum.
1) Londra’nın kuzeyinden Mesut Özil’in kapı komşusu olacağınız ormanlık alandan 3+1 daire tapusu. (Şu an 2B arazisi ama imara açılınca gerçek tapu kulüp tarafından alınacak.)
2) Kulüp tarafından ödenecek haftalık 5000£ (sigortayı en düşükten yatırmak için 1000£ bankaya yatırılacak, 4000£ elden verilecek.)
3) Ömür boyu geçerli Arsenal’in iç ve dış saha maç kombine kartı.
4) Her sene dizayn edilecek formaların her birinden ikişer adet hediye.
Maddeleri görünce tamamen ikna oldum. İçimde en ufak bir şüphe yoktu, ama beşinci maddeyi görmeseydim. Beşinci madde sayfanın en altına küçük puntolarla yazılmıştı. “Sözleşmeyi kabul ettiğiniz takdirde taraftarı olduğunuz bir kulüp varsa bırakmak zorunludur. Aksi takdirde sözleşme kendini feshedecektir.” Kağıdı imzalamadan geri uzattım, “Hayır!” dedim Arsené’e, “kabul edemem, Beşiktaş’ı Arsenal için bırakamam!” sonrasında da zaten uykudan uyandım.
Geçen Pazardı bu rüyayı gördüğüm gün, derbi günü yani. Beşiktaş-Galatasaray derbisinin günü. Derbi günü Beşiktaş bırakılır mıydı hiç.
Derbiyi seyrettikten sonra futboldan, taraftarlıktan soğudum, rüyamı hatırladım. Şimdi diyorum ki “Keşke rüya gerçek olsaydı da Arsené Wenger’in sözleşme teklifini kabul etseydim.”
Eskiden beri böyleyim. Üniversitede aynı yatakhanede yan yana ranzalarda yattığım arkadaşımla aynı radyonun kulaklıklarını paylaşırdık, sabah olunca hep aynı cümleyi duyardım: “arkadaşım, daha şarkı başlamadan uyuya kalınır mı?”
Hemen uyurum ama pek rüya gördüğüm vaki değildir. Ama o akşam gördüklerimi dün gibi hatırlıyorum. Ak saçlı ama sakalsız orta boylu bir adam. Ağzının iki yanından çenesine doğru inen iki yarık ilk bakışta bıçak yarasını andırsa da zaman zaman beliren yaşlılık vadilerinden başka bir şey değil. Sivri sayılabilecek burnunun ucu hafif kalkıktır. Kızınca bütün alnı adeta iki kaşının arasına toplanır. Bir elinde beyaz bir kağıt diğer elinde dolma kalem karşımda dikiliyor. Fransızca bana merhaba dedi. Tabi rüya bu ya meğerse ben sular seller gibi Fransızca kelam ediyormuşum filan. Ben de merhaba dedim. Yanımızdaki bir masa ve iki sandalyeyi işaret etti “Oturmaz mısınız?” Teşekkür ettim, karşılıklı oturduk.
Elindeki kağıdı benim okuyabileceğim şekilde önüme koydu, kalemi de yanına. Hiçbir şey söylemeden iki elini çenesinin altında yumruk yaptı. Kaşları hala çatıktı ama kızgın değil gibiydi. Baştan aşağı İngilizce bir sözleşme metniydi bu. Tabi İngilizce de benim meçhulüm değilmiş. Zaten Fransızca bildiğime göre İngilizceyi bilmeme şaşmamalı. “Sayın Erhan Genç” diye başlıyordu. Neyse, kağıdı okumaya başladım(İngilizce bilmeyen okurlarım için noktasına bile dokunmadan aynen çevirerek yazıyorum): “Sizi mahalle aralarında tek kale maç yaptığınız zamanlardan beri dikkatle izliyorum. Gelişiminizi, fikirlerinizi, hislerinizi yakinen takip ediyorum. Daha ilkokula gitmezden evvel dedenizle Bursaspor’un maçlarına gitmiştiniz ya, hani Mususili, Gançevli, Ercümentli, Elvir Baliçli kadronun maçlarına, o maçlarda bile takımlara, taraftarlara, sahadaki futbolculara karşı yaptıklarınız beni çok etkilemişti. Yaşınızdan çok fazla olgun bir taraftar profili çizmiştiniz. Memleketinizin takımını üçüncü ligdeyken takip etmenizi ve çoğu maçlarına gitmenizi zaten saymaya gerek yok. Daha sonraki yıllarda da gerek tuttuğunuz takımı deliler gibi savunan cahillere benzemeyişiniz, ölümüne taraftarlık yapan işsiz güçsüz güruhuna dahil olmayışınız, takımı adına başka taraftarlara bıçaklı sopalı kavgaya tutuşan fanatiklerin arasında görünmediğiniz, hakeme yahut rakip futbolculara kızıp sahaya girerek plastik sandalyelerle soyunma odasına doğru koşanlara benzemediğiniz için beni, ekibimi ve başkanımızı etkilemeyi başardınız. Ben ki -yetenek keşfetmekte üstüme yoktur- çocukken keşfettiğim yeteneklerde yanılmam, sizde de yanılmadım, tahmin ettiğimden daha büyük ve olgun bir taraftar haline geldiniz. Bütün bunları alt alta koyup topladığımızda ortaya çıkan sonuç bize bu sözleşmeyi size önerme fikrini verdi. Sizi taraftar olarak kulübümüzde görmek istiyoruz. Sözleşmenin detayları aşağıdadır. Umarım sonuç bizim adımıza müspet olur. İmza Arsené Wenger.
Gözlerime inanamıyordum. Koskoca Arsené Wenger’in bana taraftarlık sözleşmesi önerdiğine mi sevineyim, Arsené Wenger tarafından keşfedilen bir yetenek olduğuma mı bilemedim. Sözleşmenin detaylarını da merak ediyordum, detayları okuyunca sayın Wenger’e ayıp olacağını da düşünüyordum. Gözüm kapalı imza atmak yerine banka kartı için verilen kağıtları imzalarken hissettiğim “imzalıyoruz da ne olduğunu okumadan imzalıyoruz, bir bit yeniği olmasın” şüphesine düşmeden ayrıntılara varıncaya kadar bütün maddeleri okudum. İyi ki okumuşum.
1) Londra’nın kuzeyinden Mesut Özil’in kapı komşusu olacağınız ormanlık alandan 3+1 daire tapusu. (Şu an 2B arazisi ama imara açılınca gerçek tapu kulüp tarafından alınacak.)
2) Kulüp tarafından ödenecek haftalık 5000£ (sigortayı en düşükten yatırmak için 1000£ bankaya yatırılacak, 4000£ elden verilecek.)
3) Ömür boyu geçerli Arsenal’in iç ve dış saha maç kombine kartı.
4) Her sene dizayn edilecek formaların her birinden ikişer adet hediye.
Maddeleri görünce tamamen ikna oldum. İçimde en ufak bir şüphe yoktu, ama beşinci maddeyi görmeseydim. Beşinci madde sayfanın en altına küçük puntolarla yazılmıştı. “Sözleşmeyi kabul ettiğiniz takdirde taraftarı olduğunuz bir kulüp varsa bırakmak zorunludur. Aksi takdirde sözleşme kendini feshedecektir.” Kağıdı imzalamadan geri uzattım, “Hayır!” dedim Arsené’e, “kabul edemem, Beşiktaş’ı Arsenal için bırakamam!” sonrasında da zaten uykudan uyandım.
Geçen Pazardı bu rüyayı gördüğüm gün, derbi günü yani. Beşiktaş-Galatasaray derbisinin günü. Derbi günü Beşiktaş bırakılır mıydı hiç.
Derbiyi seyrettikten sonra futboldan, taraftarlıktan soğudum, rüyamı hatırladım. Şimdi diyorum ki “Keşke rüya gerçek olsaydı da Arsené Wenger’in sözleşme teklifini kabul etseydim.”