Geçtiğimiz aylarda, Eğitim-İş Sendikası, Diyarbakır annelerini sendikadan izinsiz ve sendikanın da adını kullanarak açıklama yaptıkları gerekçesiyle Vatan Partisi taraftarı “Hepimizin Sendikası” sözcülerini disiplin kurulu kararıyla sendikadan ihraç etti. Bununla kalmayarak düzenlediği bir olağanüstü kongrede bu kararına delege çoğunluğuna da onaylattı.

İki sendikanın birleşme niyetinde olduğu bu tartışmalar sırasında ortaya atıldı. Kongreye başkanlık yapan Eğitim-İş’in ilk genel başkanı Dr. Niyazi Altunya ile Eğitim-Sen’in ilk genel başkanı, şimdi CHP milletvekili ve genel başkan yardımcılarından olan Yıldırım Kaya, Eğitim-Sen’in düzenlediği bir toplantıda konuşma yaparak iki sendikanın birleşmesi gerektiğini söylediler. Bu sözler, Hepimizin Sendikası sözcülerinin şiddetli itirazlarına neden oldu. İtirazcılar bu birleşmeyle sendikanın CHP güdümüne gireceğini, böylece CHP-HDP birlikteliğinin sendikal düzlemde gerçekleştirileceğini ileri sürdüler. Hepimizin Sendikası Grubu’nun, bu birleşmenin önünde engel sayıldığı için sendikanın dışına atıldığını söylediler!

Siyasetin şu cilvesine bakın ki, 1990’dan sonra Eğitim-İş ve Eğit-Sen kurulduktan sonra bu iki sendikanın birleşmesi için kampanyalar açanların başında Hepimizin Sendikası Grubunun o zamanki sözcüleri geliyordu.

BİRLİKTEN KUVVET, AYRILIKTAN ZAAF DOĞAR

“Birlikten kuvvet doğar” deseler de Türkiye öğretmen hareketi hiç bir zaman kalıcı bir birlik kuramadı. 27 Mayıs’tan sonraki özgürlük ortamında birkaç öğretmen kuruluşu meydana geldi. Bu dönemdeki bölünmenin iki nedeni vardı: TÖS karşısında Milliyetçi Öğretmenler Derneği ve sendikası politik, İlkokul Öğretmenleri Sendikası (İlk-Sen) ise kademeye göre bölünmenin ürünüydü.

1969 Büyük Öğretmen Boykotu, TÖS ve İlk-Sen’in birleşmesine vesile oldu. Boykot, birlikten kuvvet doğacağını kanıtlamıştı. 1971’de TÖS kapatılınca onun yerine kurulan TÖB-DER, birkaç yıl içinde büyük bir güç haline gelmişse de içinde oluşan ve siyasi akımları temsil eden gruplar nedeniyle örgüt işlevini yitirdi ve 1978’de iki başlı hale geldi.

1990’DA YENİDEN

1980 Askerî Darbesi, öğretmenlerin örgütlenmesini yasakladı. Ne var ki anayasada sendika kurma yasağı olmadığı keşfedilince, 1990’da yeni dönemin ilk öğretmen sendikası Eğitim-İş kuruldu. Ağır baskı koşullarında eski gruplar arasındaki çelişkiler dibe itilmiş gibi görünürken, 1990 sonrası liberalleşme döneminde bu hastalık yeniden nüksetti. Kuruluş çalışmalarına katıldıkları halde kurucu listede çoğunluk olmadıklarını anlayan bir kısım öğretmenler, aynı yılın sonlarında Eğit-Sen’i kurdular. Milliyetçiler ve Muhafazakârlar da açılan bu yoldan yararlanarak kendi sendikalarını oluşturdular. Bütün öğretmenleri tek bir sendika çatısı altında toplamanın bir hayal olduğu anlaşıldı. Fakat solcu, ilerici öğretmenler bari bir sendikada toplanamaz mıydı?

Eğitim-İş ile Eğit-Sen arasındaki bölünme tamamen politikti. Eğitim-İş’in kurucuları eski TİP ve TKP geleneğinden geliyorlardı. Bu gruplarla aynı sendikada bulunmayı reddeden Eğit-Sen’liler ise Dev-Yol gibi daha radikal akımların takipçisiydiler.

ÇATAL KAZIK YERE BATMAZ!

1980’den beri öğretmenlerin örgütlenme hakkını savunan ve bunun tek çatı altında olmasını savunan Öğretmen Dünyası, Eğitim-İş’i kuvvetle destekledi. Eğit-Sen kurulunca da “Çatal kazık yere batmaz” diyerek buna karşı çıktı.

Dergi, bu iki sendikanın birleşmesi isteyenlerin yayın organı oldu. Birleşmeden yana olan öğretmenler toplantılar yaptılar. İmzalar topladılar. Her iki sendika buna bir süre direndiyse de sonunda bu isteğe teslim oldular. 1995’te ayrı ayrı kongreler yaptılar ve iki sendikanın da temsilcilerinin kurucu olduğu yeni bir sendika olan Eğitim-Sen’de birleştiler. Bu yeni sendikaya çok geçmeden Eğitim-Sen’den gelen radikal öğretmenler damga vurdu. Bu kez de Eğitim-İş’ten gelen öğretmenler, sendikanın bazı söylemlerinden rahatsızlık duyarak ondan ayrıldılar ve yeniden Eğitim-İş’i kurdular.

NEDEN ANLAŞAMIYORLARDI?

Daha 1986’da Eğit-Der’in kuruluşundan başlayarak birbirleriyle örtülü veya açık mücadele eden grupların ayrışmanın nedeni, Bu dernek içinde reformcu ve radikal çizgilerin birlikte bulunmasıydı. Reformcular, Eğitim-İş’te toplanandılar. “öğretmen kimliği taşıyan herkesi” sendikaya kabul etme programının bir parçası olarak, sendika tüzüğünde laiklik ilkesini koyup koymama tartışma konusu oldu. Programına grev hakkını ve anadilinde eğitim hakkını almadı. Eğitim-Senliler ise daha radikal ve sistemle doğrudan mücadeleyi seçtiler. Bunun kanıtları olarak Eğitim-İş Eğitim-Sen’in bunları programına aldı daha eylemci bir çizgi izledi.

Yargı, “Anadilinde Eğitim hakkı”nın yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek Eğitim-Senden bunu tüzüğünden çıkarmazsa sendikanın kapatılacağını ihtar edince sendika topladığı bir kongrede içi yana yana bu maddeyi tüzüğünden çıkarmak zorunda kaldı. Sonunda iki sendika kendi mecralarında çalışmaya devam ettiler. İlerici öğretmenleri ikiye bölen temel konu “anadilinde eğitim” dense yeridir.

Bu dönemde Eğitim-Sen de Cumhuriyet Devrimini savunmadan uzak durdu. Bunun en aşırı örneği sendikanın çıkardığı bir duvar takviminde yüze yakın olay anıldığı halde bunlar Arasında 19 Mayıs 1919 ile 10 Kasım 1938 arasındaki hiçbir olayın bulunmaması idi. Sendika sekiz yıllık eğitim yasalaşınca buna karşı Millî Eğitim Bakanlığı’nın önüne bir yürüyüş bile yaptı. Devletten, ordudan gelen her şey kötüydü!

Neyse ki zaman içinde her şey biraz daha yerli yerine oturdu. Kendi mecralarında devam etmekle birlikte her iki sendikada da aşırılıkların törpülendiği söylenebilir. Şimdi Millî Eğitim Bakanlığı’nın uygulamaları karşısında her iki sendikanın yaptığı açıklamalar benzeşmektedir.

Altunya ve Yıldırım’ın iki sendikanın birleştirilmesi gerektiği yolundaki sözlerinin gerekçeleri açıklanmamış da olsa, bunu iktidar karşısında bütün demokratik muhalefetin güçlü bir blok oluşturması niyetlerine yormak gerekir. Bunun temeli Türk-Kürt birliğidir. Konu şimdi, “Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu dinci-milliyetçi cepheye katılmak mı yoksa demokratik muhalefet cephesini güçlendirmek mi?” sorusuna verilecek yanıtla ilgili hale gelmiş bulunuyor.