Şimdi bunun nasıl olabileceği ile ilgili yorumlarımı yazayım. Önce var olan durumu bir değerlendirmekte fayda var. Çünkü bu rüzgâr neleri yerinden oynatmalıdır, ona bakmalıyız.
Ben 22 yıldır sınıf öğretmenliği yapıyorum. Bu süre zarfında pek çok kez eğitim sistemimizde değişiklikler yaşandı. Malum zaten her yıl bir şeyler değişiyor. Bu değişimlerin her birinde anlatılan eğitimde köklü değişiklikler olduğuydu. Ancak hiç biri eğitimin köklerine inmedi. Değişiklikler kökleri daha fazla alana yaydı. Birbirine karışık köklenmeler oldu. Ama kökünden alınıp yeri değiştirilen yani kıyametleri koparan bir değişiklik olmadı.
Okul öncesi yaş grubunda ana sınıfları vardı ve değişikliğin birinde bunların zorunlu olacağı, bütün ülkede zorunlu okul öncesi kurumları olacağı söylendi. Herkes bir ümitlendi. Evet, bu sefer okula başlama yaşı öncesi her çocuk ana sınıfı eğitimi alacaktı. Okula hazır gelecekti. Sonra heyecan azaldı, fiziki şartlar, maddi yetersizlikler vs. halen okul öncesinde okullaşma oranı % 80 civarında bulunuyor. Rüzgâr yeterli gelmemiş.
İlkokullara bakıyoruz; 8 yıl zorunlu eğitim, yok 5+3, yok 4+4+4 derken sürekli değişen sınav sistemi de üzerine tuz biber ekmiş, zorunlu eğitim rüzgârda savrulup durmuş. Artık bir yere oturması gerekiyor. 2005 programında getirilen yenilikler köklü değişiklikler olarak anlatıldı. Ama değişikliklerin özü ne öğretmene ne veliye anlatılamadığı için havada asılı kaldı. Uygulamada en istenmeyecek yere oturdu. Söylem güzeldi, yaparak yaşayarak öğrenme, proje tabanlı öğrenme, akran öğrenmesi, grupla öğrenme, akran değerlendirmesi, kendini değerlendirme, portfolyo ve daha nicesi. Bunların ne olduğu, hangi amaca hizmet etmesi gerektiği, bunlardan elde edilecek verilerin nasıl değerlendirilebileceği kimseye anlatılamadı. Öyle olunca da şekilsellikten öteye gidemedi. Hakkını yemeyelim, çocuklar değil ama aileler çok şey öğrendiler. Öğrenciliklerinde bulamadıkları kendini gösterme şansını bu dönemde buldular. Çocuklarının yerine araştırmalar, projeler, etkinlikler yaptılar. Bu o kadar abartıldı ki artık öğrenciye ödev anlatılmıyor, veliye günlük ödevler anlatılıyor, onlar ödevi yaparken ilgisini çekerse çocuklar da yardım ediyordu. Sonra bunlardan notu çocuk alıyor. Bu notlara bakılarak da bir üst eğitim kademesine geçiyordu. Bundan iyisi can sağlığı işte, rüzgârın işi.
Bu sistemden sonra şikâyetler velilerin eğitime ne kadar karıştığı ile ilgili olmaya başladı. Nasıl olmasın ki? Her işi veliler yapıyordu. Tabii ki artık eğitim konusunda uzman olmuşlardı. Okuma öğrenen çocuğa sesler nasıl verilmelidir, dikte çalışması nasıl yaptırılmalıdır, proje ödevi nasıl raporlaştırılmalıdır gibi konular velilere öğretmen tarafından anlatılıyor ve veli tarafından uygulanıyordu. Haliyle uzman olunuyor.
Rüzgârın bir savurması da 4+4+4’ e getirdi bizi. Okul yaşı erkene alınmıştı. 60 aylık çocuklar okula başlayacaktı. Bir an önce çocuğunun okula başlaması için heyecanla gün sayan aileler sevinçle çocuklarını ellerinden tutup okulların kapısına bırakıverdiler. “Erken kalkan yol alır” dememişler mi büyüklerimiz? Bizim çocuk gelişatlı, maşallah cin gibi de, hem neyi eksik falancadan diyerek çocuklarını gözü kapalı atıverdiler okul kapısından içeri. Emekleyen çocukları koşu yarışına soktuk. Bir de birinci gelmelerini bekledik. Nice çocuk heba oldu o dönemde. Ortaya kötü örnekler çıkmaya başlayınca anladık ki bu rüzgârın götürdüğü yer de pek tekin değilmiş. Kaptıralım kendimizi başka yöndeki rüzgâra dedik.
Arada iyi şeyler de olmuyor değil hani. Mesela ilkokul 1-2-3. Sınıflarda sınav yapılmaması ve karneye sınav notunun girilmeyeceği kararı çok yerinde ama eksik bir karardır. İlk üç sınıf değil dört sınıf olarak belirlenmeli ama şu an yapılan değerlendirme ölçütleri de kaldırılmalıdır. (Ayrıntısını açıklayacağım.)
Daha üst sınıflarda her yıl değişen müfredat ve sınav sistemi nedeniyle okula başlayan bir çocuk her yıl ayrı bir sistemin içinde buluyor kendini. Eğitim ile ilgili bir şeyler öğrenen kişilerin ilk öğrendiklerinden biridir eğitimin “milli” olduğu. Bu demek oluyor ki bizim eğitim sistemimizin milli bir politikası var ve bu politika gereği biz eğitim sistemimizi geliştirir, yürütürüz. Hayır, bizim eğitim sistemimizin aslında en büyük eksiği “milli” olamamasıdır. Bu nedenle sanırım eksikliği bakanlığın adına koyarak tamamlamak istiyoruz.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki her değişim dediğimiz zamanda rüzgâr bizi bir yerlere savurup bırakmış. Ama artık biraz daha planlı olsak ve rüzgârın gücünden akıllıca yararlansak diyorum. Akıllıca yararlansak ve gerçekten hak ettiğimiz değişimi gerçekleştirsek. Hak ettiğimiz değişim dediğimiz zaman ulaşmak istediğimiz yeri iyi belirlememiz gerekir. Ondan sonra rüzgârın gücünü arkamıza alıp hedefe doğru yol almalı.
Önce gerçekten okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak, okullaşma oranını arttırmak gerekir. Bunu her yaş grubunda yapmak gerekir. Ama bugünkü okul binaları, eğitim sistemi ve eğitim sisteminin hayatımıza yaptığı katkıları düşündüğünde okullarda boşa vakit geçirdiğini düşünen binlerce öğrenci var. Bunlar okullardan uzak duruyor, eğitimini kendi isteği ile yönlendiriyor ve istediği mesleği yapıyor. Belki de en doğrusunu onlar yapıyor.
Bizim değişim hayallerine bile henüz koymadığımız bir değişim kendiliğinden gerçekleşmek üzere. Okulsuz eğitim. Eğitim insanın içsel yolculuğudur. Kenedini tanıma ve geliştirme ile başlar ve hayat boyu devam eder. Okullar ise sadece etiket sağlar. İşte okulların ve eğitim sistemlerinin bu değişimi görmesi ve asıl rüzgârı burada kullanması gerekir. Okul bir eğitim aracıdır ve yeteri kadar kullanılmalıdır. Öyleyse işe önce okulların fiziki ortamlarından başlamak gerekir. Daha sonra da okullarda geçirilen zamanı ayarlamak. Etkin ve verimli öğrenme için gereken düzenlemeler yapılmalı, eğitim hayatın her alanına dağıtılmalıdır. Çocuklar gerçek hayattan soyutlanarak hayatı öğrenemezler. Hayatı öğretmeyen bir sistem başarılı bir sistem değildir.
Değişim rüzgârından yararlanması gereken bir yapı da üst eğitim kurumlarına geçiş sistemleridir ve tabii meslek sahibi olmak için diploma edinme zorunluluğu. Her ikisi de sınav odaklı eğitim sisteminden kopmamızı engelliyor. Çünkü bu kökler rüzgâra karşı sistemi tutuyor. Bu kökler sökülmeden yer değiştirilmez. Bir mesleği öğrenmek uygulama yaparak olur ama mesleği edinmek için yıllarca okul sisteminden geçip elimize bir belge aldıktan sonra mesleği öğrenme için adım atıyoruz. Mesleğin gerektirdiği işi bilmediğimiz halde bildiğimizi söyleyen bir belgemiz oluyor.
Yazıya başlarken günümüzdeki değişim heyecanından bahsettim ya hiç de yeni bir heyecan değil aslında. Ve yazı içinde bazı değişim önerilerinde bulundum ya onlar da yeni değil. Çok yıllar öncesinden hep söylenmiş şeyler. Eğitimin üzerinde çok durduğumuz cumhuriyet tarihimiz öncesinden de eğitimi kendisine dert edinmiş aydınlar varmış ve bunlar da o dönemde benzer değişimleri önermişler. Mesela Ethem Nejat, meşrutiyet döneminde eğitimde değişim önerilerini dile getirip elinden geldiğince uygulayanlardan birisi. Üzerinden tam 100 yıl geçmiş ve biz hala aynı değişimleri yapayı konuşuyoruz. Sanırım önümüzdeki yıllarda da konuşmaya devam edeceğiz. Konuşmak iyidir, fikir üretmek, paylaşmak düşün dünyamızı geliştirir. Daha iyilerini bulabiliriz bu sayede. Ama artık biraz da konuşmayı bırakıp uygulayalım. Değişim kaçınılmazdır. Ancak değişen dünyayı ve gelecekte karşılaşacağımız durumları öngörerek erkenden tedbir almak gerekir. Yoksa değişimin altında kalır eziliriz. Biz eğitimde değişimden bahsettiğimiz her dönemde zaten fiili değişim yaşanmış oluyor ve biz var olan durumdan geride kalmış sistemimizi çekiştirerek uruma uydurmaya çalışıyoruz.
Bu nedenle; eğitimde kaçınılmaz olan değişimi bu sefer öngörelim. 20 yıl sonrasını öngörelim. Değişimin neleri getirip götüreceğini öngörelim. Bu sefer rüzgâr bizi savurduktan sonra bulduğumuz yere tutunmayalım. Bu sefer planladığımız yere şartlar değişmeden önce ulaşıp hazırlık yapalım.